Kanlı yara mı, hakikatin yüzü mü

Bu zamanın en önemli meselesi herkesin kendi imanının kurtulmasıdır. Sonra da başkalarının imanın kurtulması için çalışmak, gayret etmektir.

Görülüyor ki ikinci birinciye tercih ediliyor ve kendi imanlarını kurtarmada mesafe alamıyorlar, başkalarının imanın kurtulması için gayretfüruşluk ve hamiyetfüruşlukta bulunuyorlar.

Dev aynasının mercimek gözüne yerleşmiş olan bu mini minnacık insanlar enaniyet, gurur ve kendini beğenmişliğin atına binmiş dolu dizgin gidiyorlar.

Kendilerine kazandıramadıkları hasletleri, huyları, çalışma ve gayretleri başkalarından bekleme talihsizliğine düşüyorlar.

Bilen, anlayan ve yaşayan Müslümanın yerini; bilmeyen, anlamayan ve yaşamayan Müslümanlar almış.

Cehaletin tatlı koltuğunda oturanlar, ilim ve irfanın kilimindeki oturma lezzet ve keyfini anlayamazlar ve bilemezler. Ki, şu insanın başına ne geldiyse bilmemesi, anlamaması ve bunun farkına varmaması yüzünden gelmiştir.

Hani koca Üstad diyor ya, "parçalayıcı arslan ile, ünsiyetli ehli atı birbirinden tefrik edemiyor. Sehpa ağacı ile jimnastik ağacını birbirinden ayıramıyor. Kanlı yarayı kırmızı gülden temyiz edemediği halde, kendisini mürşid bilerek irşad ve nasihate çıkıyor."

Had diye bir çizgi var, hayali gibi ise de esasında söz söylenirken, kendi kendini herkes tartıyorum derken adeta bu hayali çizgi fiziki ve vûcudi bir çizgi, bariyer oluyor. Öyleyse kimseye demeden herkes haddini bilmeli. Hem haddini bilmeyip hem de herkese had bildirmekten de vazgeçmeli.

Hem de Kur'ani, imani, İslami hizmetler, öyle basit dünyevi hizmetler seviyesine cehalet, gurur ve benlik gibi mülahazalarla indirilemeyeceği gibi, daima yükseklerin yükseğine çıkartılmalı, çıkartılma gayret ve çalışması içerisinde olunmalıdır.