Hüseyin Dursun abimizi özlüyoruz

Yıldızlar ve güneş her zaman aynı parlaklıkta parıldarlar, ışık verirler ve batarlar...

Ama bazen yıldızlarda, güneşte farklı parıldar, ışık ışık aydınlık verirler ve batarlar zannedilir... Çünkü bu farklılık akıllarda, zihinlerde, gönüllerde, kalplerde yer eder ve batmazlar, sönmezler, kaybolup gitmezler ve daima aydınlık, parıltı ve nuranidirler...

Bediüzzaman Said Nursî, talebesi Hafız Ali kendi yerine hapishanede hükmen şehit olduktan sonra hapishaneden berat kararı alarak çıktıklarında ilk olarak kabristana gitmiş talebesi ihlas ve sadakat abidesi Hafız Ali'nin kabri başında ağlayarak dua etmişti... Duadan sonra ise yanındaki talebelerine gökyüzüne parıl parıl parlayan bir yıldızı göstermişti...

Bursa'dan; ömrünün kırk yılını Kur'ân, iman, İslamiyet hizmetine adamış Risale-i Nurlar'la davasına, iman hizmeti davasına gönül vermiş, ömrünü vermiş bir Hüseyin Dursun geldi geçti... Tıpkı Bediüzzaman'ın diğer talebeleri gibi...

O bir tevazu adamıydı kimseye böbürlenmemiş ve büyüklük taslamamıştı...

O bir sadakat kahramanıydı... Hiçbir zaman daha ağzına iman Kur'ân davasını Üstad'ına sadakatsizlik göstermemişti...

O hep sırat-ı müstakîm üzere hareket eden Nur Talebelerinin dairesi içerisinde yer almak isterdi ve de hep de öyle oldu

O; Nur hizmeti adına hiç tasvip etmediği hâllere, hizmet hâdimleri içerisindeki kurusıkı taraftarlıklara rağmen sabır, sebat ve metanetle hizmetine devam ederdi...