Bir Leyla Düşü
Erzurum'dan Şair Yaşar Bayer dostumuz "Bir Leyla Düşü" Şiir kitabımızla ilgili şöyle yazmış: "Bazen ruhumuzun çağrısının peşine düşmeye cesaret edip burada ve şimdiye ait olmayışın sürgünüyle ait olacağımızı düşlediğimiz "Bir Leyla Düşü" ne sürükleniriz. O konforlu bölgeye sığınırız. Ruhun ait olduğu yere iltica edişidir bu. Peki ya ait olmadığımız şey zamansa Şimdiye ait olmadığını anlayan ruh nereye gitsin Sağ ol Recep Hocam, Üstadımız; Samimi ve sahih kaleminizden çıkan her eserinizle seviniyor, ışıyoruz. Daim olsun. Bereketli olsun."
Yaşar Bayer, "Bir Leyla Düşü" şiirimdeki mısralardan yola çıkarak önemli bir soru soruyor: "Ait olmadığımız şey zamansa, şimdiye ait olmadığını anlayan ruh nereye gitsin Bu soru "Beni Leyla'ma taşıyan sendinUmutları alıp götürenRüzgârları salıverin üstümeZemheride, kara gecede tutanaklara geçirilen bendimBendim yiğitçe ayakta duran bir Leyla düşü gören." Bayer'in sorduğu "Peki ya ait olmadığımız şey zamansa Şimdiye ait olmadığını anlayan ruh nereye gitsin" sorgusu ile şiirde ki sorgu güçlü bir şekilde örtüşüyor. Bu soru, sadece şiirin bir yorumu değil, aynı zamanda insan varoluşuna dair metafizik bir sorgulamaya işaret ediyor.
"Ait olmadığımız şey zamansa" ne demektir Burada "zaman" sadece kronolojik bir akışı değil, modern çağın ruhsuzluğunu, hızlılığını, yüzeyselliğini; yani bugünün insanına dar gelen ruhsal iklimini temsil ediyor kanımca. Şair burada, "ben bu çağa, bu an'a, bu çağın duyarsızlığına, telaşına, kayıtsızlığına ait değilim" diyen bir ruhun serzenişini dile getiriyor. Bu, özellikle mistik ve tasavvufi duyarlıkla yazılmış metinlerde sıkça rastlanan bir temadır: Ruhun sürgünlüğü. İnsan, ruhunun doğduğu yere ait olmadığına ve geldiği yeri özlediğine bir göndermedir.
Ruh, mekân olarak sürgündedir, zaman olarak sürgünde değildir. Çünkü zaman bizatihi yaratanın kendisidir. "Şimdiye ait olmadığını anlayan ruh nereye gitsin" Bu sorgu hem tasavvufi, hem felsefi ve hem de edebi olarak bir çıkmaza işaret eder. Şimdiye ve buraya ait hissetmeyen, ama geçmişe dönemeyen; geleceğin ne getireceğini bilemeyen bir ruhun arayışından bahsedilmektedir. Aslında ruh, asli vatanını özlemektedir. Çünkü ölen birisinin ardından Bakara suresi 156.ayeti kerimede ifade edilen hükmü söyleriz: "Onlar, başlarına bir musibet geldiğinde, 'Biz Allah'a aitiz ve sonunda O'na döneceğiz' derler." İşte şiirimiz burada devreye giriyor: "Beni Leyla'ma taşıyan sendinUmutları alıp götürenRüzgârları salıverin üstümeZemheride, kara gecede tutanaklara geçirilen bendimBendim yiğitçe ayakta duran bir Leyla düşü gören." Buradaki "Leyla", dünyevi bir sevgiliden çok, ruha, aşka, mutlak olana ve ulaşmak istediğimize işaret ediyor. "Bir Leyla Düşü" gören kişi, bu dünyaya, bu zamana sığamayan biridir. O düş, hakikate açılan bir kapıdır. Hakikat kapısını çalmaktadır. Şair neyi sorgulamaktadır peki İnsanın asli vatanından (mekânından) sürgün olduğuna işaret vardır. Zamansa bizatihi değişmeyen ezeli ve ebedi olana vurgudan ibarettir. "Zamana, yani bu ana ait olmayan ruhun evi neresidir" diye sorduğumuzda şair, sürgünde olduğumuzu kavratmış olur bize. Bir çağrıda bulunmaktadır. Ruhunu sıkıştıran dünyanın ablukasından, alavere dalaveresinden, tantanasından, alışverişinden, zevki sefasından kurtulup dışına çık, iç yolculuğunu tamamla yani ruhunla ilgilen ki o ruh sende hapistir, misafirdir, emanettir. Emanete sahip çık bir yanlışlığa düşme demekte ve Leyla'ya doğru yürümeyi teşvik etmektedir. Ait olmadığımız şey; içinde yaşadığımız dünyadır. Modernlik, telaş, yapaylık, yüzeysellik, kulluğun ihmaliyle dalıp gittiğimiz dünyalıklar, fitneler, fesatlar, dedikodular, basiretsizlikler, idrakten uzaklaşmalardır.
Öyleyse Şair, bu şiirinde neyi kastetmektedir Ruhsal bir zaman sürgünlüğü tinsel bir yurtsuzluk. Şiirdeki "Leyla Düşü": Bu sürgün ruhun sığınabileceği bir iç gerçeklik, belki de aşkın kendisidir. İşte tam da bu nedenle "Bir Leyla Düşü" ile Yaşar Bayer'in yorumunda buluşan yer, insanın zamanla olan yabancılaşması ve hakikate olan hasretidir. Şiirimiz bu hasreti dile getiriyor; Yaşar Bayer ise bu hasretin felsefesini açmamızı istiyor. "Hasret Felsefesi" olarak adlandırılabilecek düşüncenin ufku, duruşu, tezahürü yazılarımızda ve şiirlerimizde ifade etmeye gayret ettiğimiz özlemin yitikliği, kaybı ve tefekkür yolculuk arayışı üzerinden çözümlenebilir. "Tefekkür Kalesi" eserimizin yazılma nedenlerinden birisi de budur. "Hasrete" felsefi bakışımızı sistematik düşünce akımı üzerinden değil, daha çok duygu merkezli bir varoluş şuurunu oluşturmaya yönelik sorgulamaya aldığımızı söyleyebiliriz. Bu hasret, yalnızca bir mekâna ya da geçmişe özlem değildir. Hakikate, adalete, insanlığın özüne duyulan derin bir özlemdir. Hakikat devletini, hakikat terazisini özlemektir. Dahası ve daha da ilerisi "asli vatan" düşüncesini kavrama temrinleridir. Yaşar Bayer'in yazılarında rastladığımız "bir şey eksik" hissi, aslında bir tür ontolojik kırılmayı ifade eder. İnsan, fıtratından kopmuştur. Bu kopuş da bir arayış doğurur. Hasret burada bir yokluk değil, bir varoluş izidir. Kendi aslımıza, ilk safiyetimize, yaratılış amacımıza duyulan hasret. "Bir şeyi özlersiniz ama adını koyamazsınız. Çünkü o şey sizdeydi, ama siz onu unuttunuz" demektedir. Bizim acımız ve derdimiz, kaybedilmiş sınırsız coğrafyanın ve tarihin yazılarımıza, şiirlerimize, sohbetlerimize etle kemiğin kaynaşması gibi kaynamış olmasındadır. Bu durum bazen hasret, bazen, ayrılık, bazen hüzün, bazen gurbet, bazen ölüm, bazen kavuşma olarak karşımıza çıkar. Göçler, savaşlar, kaybolmuş şehirler ki bazen; Kudüs, Halep, Mostar, Endülüs, Semerkant yıkılmış medeniyetlerin ardından kalan sessizlik içimizi derinleştirir. Ağıtımızı yükseltir. Şiirlere, türkülere, hayatın içine işler. Bu da bizim hayatımızı mekâna duyulan metafizik bir sadakate götürür. Bu hasret, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın mektuplarını, yakınmalarını hatırlatır bize. Sezai Karakoç'un "Diriliş" fikriyle "İslam'ın Dirilişine" ve "Yitik Cennet'e" götürür. Yahya Kemal'in "geçmiş zaman rüyasını" andıran imgelerle buluşturur. Cemil Meriç'te bizi "Bu Ülke" şuuruna erdirir.