Muhafazakâr girişimcilerin risk eşiği

Muhafazakârlık, en genel anlamıyla eldeki kazanımları ve değerleri koruma eğilimidir. Bu yönüyle, aslında herkes – hatta devrimciler dahi – istedikleri düzen kurulduğunda muhafazakârlaşabilir. Ancak bu yazının konusu siyasi veya sosyolojik bir muhafazakârlık tartışması değil; özellikle Türkiye'de iş dünyasında "Anadolu Aslanları" olarak tanımlanan muhafazakâr girişimcilerin risk alma davranışlarıdır.

Muhafazakâr girişimciler, Türkiye'nin sanayileşmesinde ve küresel rekabette yer edinmesinde önemli bir rol oynadılar. Onların risk yönetimi anlayışlarını anlamak, yalnızca geçmiş başarılarını değil, gelecekteki potansiyellerini de analiz etmek için kritik önemde.

BEKLENTİLERİN TERSİNE SONUÇLAR

Harvard Business Review'da yayımlanan dikkat çekici bir araştırma, muhafazakâr görüşe sahip CEO'ların, liberal muadillerine kıyasla daha fazla risk aldığını ortaya koyuyor. Araştırmaya göre bu yöneticiler, özellikle kontrol hissini artıran durumlarda risk üstlenmeye daha meyilli. Çünkü mülkiyet ve hakimiyet onlar için kaybetme korkusunu dengeleyen güvenlik duvarları oluşturuyor (1).

Örneğin, iş birliği yerine şirket satın alma yoluna gitme oranları, muhafazakâr CEO'larda liberallerin yaklaşık iki ila dört katı. Bu durum, güven duygusu, sahiplik anlayışı ve güç temerküzü gibi kavramlarla doğrudan ilişkili.

Araştırma her ne kadar yurtdışında yapılmış olsa da Türkiye'deki muhafazakâr girişimcilik pratiğiyle dikkat çekici paralellikler taşıyor.

Benim sahadaki gözlemlerim de risk eşiklerinin kimi zaman oldukça yüksek, kimi zaman ise şaşırtıcı biçimde düşük olduğunu gösteriyor.

YÜKSEK RİSK ALINAN ALANLAR

Muhafazakâr girişimciler bazı konularda ciddi riskler üstlenmekten çekinmiyor. Bunlardan öne çıkanlar şunlar:

Yetersiz sermaye ile yatırım: Anadolu sermayesinin çoğu, yeterli birikim oluşmadan başlatılmış projelere dayanıyor. Başarılı olan girişimler göz önünde olduğu için, başarısız olanları görmüyoruz. Ancak başarısız olanların oranının çok daha fazla olduğunu söylemeliyiz. İlk girişim esnasında sermaye yeterlilik analizlerinin yapılmadığı da bilinen bir gerçek. Türkiye için belki de böyle olmalıydı diyebiliriz. Çünkü bu analizler yapılsaydı şimdi gördüğümüz ve başarılarını takdir ettiğimiz işletmeler belki de hiç kurulmayacaktı.

Fizibilitesiz yatırımlar: Yatırımların büyük bölümü yeterli fizibiliteye dayanmadan başlatılıyor. Yapılan çalışmalar ise genellikle varsayımlarla dolu ve yüzeysel.

Finansal ve yönetsel körlük: Şirketlerin önemli bir kısmı muhasebeyi sadece yasal bir zorunluluk olarak görüyor. Gerçek zamanlı, karar destekleyici finansal raporlardan yoksun biçimde yönetiliyorlar. Böyle bir ihtiyaçları olduğunun da farkında değiller. Bu yönüyle adeta karanlık bir denizde pusulasız yolculuk yapıyorlar.

Sağlık riski: Aşırı fedakârlık kültürü nedeniyle birçok kurucu lider fiziksel ve zihinsel sağlığını ihmal ediyor. Tatil yok, dinlenme yok, doktor kontrolü yok. Uzun vadede bu durum işletmenin sürdürülebilirliği için de ciddi bir tehdit.

Aile huzurunun ve aile birliğinin bozulması riski: Kurucu aile liderleri ailesine sağladığı maddi imkanlarla ailesi için sorumluluklarını yerine getirdiği yanılgısına düşer. Aile ilişkilerine yeterli zaman ayrılmadığı için aile huzursuzluklar artar, aile birliğini zedeleyecek seviyeye gelebilir.

Kayıt dışılık: Üzülerek ifade etmeliyim ki kayıt dışılık oldukça yaygındır. Kayıt dışılık sebebiyle vergiler, SGK primleri ve çalışan haklarıyla ilgili sürekli bir risk vardır. Her beş yılda bir af gelmesi de bu davranışı teşvik etmektedir. Kayıt dışılık potansiyel mali riskleri artırdığı gibi, hesapsız, pusulasız yönetimin en önemli sebeplerinden biridir.

Geçmişin kötü deneyimleri: Konya ve Yozgat merkezli kimi holdinglerin iflası, kitlesel yatırımcılığın önünde ciddi bir psikolojik engel oluşturuyor. Devletin o dönem yeterince müdahil olmaması, bu korkunun kalıcılaşmasına sebep oldu.

RİSKTEN KAÇINILAN ALANLAR

İşin bir de diğer yüzü var. Bazı alanlarda ise girişimciler, risk almayı gerektiren durumlarda bile geri durabiliyorlar:

Güven eksikliği: