TARİH HASBİHÂLİ

Cumartesi akşamı AKM'de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın huzurlarıyla mühim bir mükâfat merasimi yapıldı:

Uzun ve titiz hey'et çalışmalarıyla değişik ilmî dallarda tesbit edilmiş isimlere İlim Yayma Vakfı Akademi Ödülleri verildi. Ödül çeşitlerinden biri de Sosyal İlimler Dalıydı. Özel Ödül'den başka Tıp, Mühendislik ve Tabiat ve Çevre İlimleri gibi tarihe verilen emeğe mükâfat takdir edilmesini de memnuniyetle karşıladık. Kalem sorumluluğu sahibi Prof. Zekeriya Kurşun Hoca, "Osmanlı Arapları, Hilafet-Siyaset-Milliyet, 1798-1918" adlı kitabıyla sosyal ilimler dalında mükâfata layık görülmüştü.

Gelecek yıllarda hem İlim Yayma Vakfı Ödüllerinin dünya ölçeğine açılmasını ve hem de kendini akademiyle tahdit etmemesini, ilahiyat, hukuk, edebiyat ve benzeri ilimlerin de alaimisemaya dâhil edilmesini dileriz.

Şeyh Said isminin Diyarbakır'da bir caddeye verilme hikâyesinin dile gelmesiyle münakaşalı gündem yangınına bir odun daha atıldı. Mevzubahis şahsa "hain" diyenler ve "kahraman" diyenler şeklinde taraflar oluştu. İsmi geçen simanın idamına dair bir yazı kaleme almadan evvel araştırmalar yaparak mevcut malumatımızı takviye etmek istedik. Türkiye gazetesinin büyük hizmetlerinden olan "Yeni Türkiye Ansiklopedisi"nin 266. Sayfasında devrin Van MV Seyyid İbrahim Arvas merhumun hatıratına da atıfta bulunulan Şeyh Said maddesini okuduk. Necip Fazıl'ın "Son Devrin Din Mazlumları" adlı kitabında Şeyh Said için 30 küsur sayfa yer verdiği kısmı inceledik, tenkid ve tahliller üzerine düşündük. Ardından merak ettik. TDV İslâm Ansiklopedisinde ne diyordu Baktık; bu ansiklopedide Şeyh Said maddesini Prof. Dr. Zekeriya Kurşun kaleme almıştı.

Bu üç incelemeden evvel, aşağıdaki tesbit, fikir ve kanaatlerimizin ana fikrini çıkartmıştık. 18.12.2023 günü ise Türkiye gazetesinde Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci'nin "Şeyh Said Hâdisesi: Çözülmeyen Muamma" başlıklı makalesini okuduk. İsmi geçen her iki Hoca, seviyeyi korumuş ve hadiseyi kendi zaman ve mekân şartları içinde türlü etki ve unsurlarıyla mütalaa etmişlerdi...

Bizim, daha önce çıkarttığımız notlarımıza gelince. Şöylece kanaatler serdediyorduk:

Sağlam istikbal, doğru tarihle inşa edilir. Tarihin yarından kopması mümkün değildir. Tarih, yaşanmış hayat ve olaylar ile bunların kazandırdığı acı ve tatlı neticelerdir. Tarih ilmi, soğukkanlılık ve fikir namusunu şart kılar.

Abdülhamid Han'a bir asır boyunca, "müstebid", "Kızıl Sultan" gibi haşin kelimelerle hakaretler edildi. "Kızıl Sultan!" iftirası Fransız akademisyen Albert Vandal'a aittir. Ermenilerin gözüne girmek için böyle bir hakaret kurgulamış, İttihatçılar devriyle Erken Cumhuriyette uzunca bir müddet buna sahip çıkılmıştı.

Keza; 27 Mayıs darbesinden sonra Yassıada Mahkemesinde sözde yargılanıp, idam edilmesi yetmezmiş gibi Başvekil Adnan Menderes ve arkadaşlarına da "kuyruklar", "düşükler" gibi nice galiz sözlerle çeyrek asır sövüldü.

Bugün vatandaştan rey talep eden bir politikacını velev ki Abdülhamid Han, Adnan Menderes'e hatta Vahideddin Han'a kin duysa bile bu hislerini içine gömer ve paylaşamaz. Vahideddin Han, bugün olmuş hâlâ çok zalim tezviratın muhatabıdır. Romancı Mehmed Niyazi Özdemir Bey, bir gün Cağaloğlu'ndaki çalışma yerime ziyarete gelmişti. O günkü sohbetimizde aynen şunları anlattı
-1926'da Reisi Cumhur Mustafa Kemal, bir gün kadrosuyla beraber iken kendisine bir vazifeli gelerek Vahideddin'in vefat haberini verir. Mustafa Kemal, yerinden kalkıp arkadaki odaya geçer ve bir süre sonra geri gelir. İçeride ağlamıştır. Arkadaşlarına "Vahideddin hain değil, dürüst bir insandı!" der. Mehmed Niyazi ağabey, bunları anlatırken odamda kaç kişi daha vardı. Onlardan birini hatırlıyorum; bugün Yıldız Teknik Üniversitesinde Hoca olan Cemal Zehir. Prof. Dr. Cemal Zehir, o sıralarda ilk gençlik yıllarındaydı.

"Hain" demek de "kahraman" demek de büyük iddiadır. Bu itham ve taltif ancak büyük mesailerden sonra dile gelebilir.