Miras

6 Haziran 2025 Cuma günü iki milyarı aşkın Müslümanın Kurban Bayramı.

Aynı zamanda çifte bayram...

Dünya, 8 milyar olduğuna göre, her dört kişiden biri, Muhammedî din üzre... Asgarî iki milyar insan, en son ve üstün Peygamber olan Muhammed aleyhi's selâma tâbi olma şerefine sahip. Onların yüzde 90'dan fazlası, Ehl-i Sünnet itikadî mezhebinde.

Bu muazzam yekûndaki Sünnîler, aynı mânevî merkezli ve bu merkezle ahenk içinde çalışan bir Payitaht sevk ve idaresinde olsalardı İsrail'in Filistin'de, Gazze'de soykırım yapması haddine mi düşmüştü

Tesbit ettiğimiz şu durum, Hilafetin ehemmiyetini isbata tek başına kâfidir. Ertuğrul Fırkateynimiz, 1890 yılında Japonya'ya giderken bir Hindistan limanına da uğradı. Savaş gemimiz sahilde demirliyken Hind Müslümanları "Hilafet toprağıdır" diyerek bu gemide kafile kafile namaz kıldılar. Aynı kardeşlerimizin, bu hadiseden 20 yıl kadar sonra başlayacak olan Millî Mücâhedemize boyunlarında, kollarında, sandıklarında ne varsa göndermeleri de Halifeye olan hürmet ve muhabbetleri sebebiyledir. O sevgi bugün de devam ediyor. Bir Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Endonezya, Malezya, Singapur, Bangladeş, Hindistan, Pakistan veya Afganistan'a gitse Başbakan, Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, başta olmak üzere ahali tarafından büyük bir coşkuyla karşılanıyor.

Gözden kaçmamalı ki sözünü ettiğimiz iki milyar Müslümanın yarıdan fazlası Endonezya, Malezya, Moro, Bangladeş, Hindistan, Singapur, Şarkî Türkistan, Afganistan, Pakistan vs.de yaşıyor...

İngilizlerin, Devlet-i Âli Osman-ı Muhammediyye'ye kastetmekle yetinmeyip, Hilafeti de makam olarak ortadan kaldırma isteklerindeki hıncın altında yatan saklı sebep, bu bölgedeki ülkeleri ve bilhassa Cenubi Asya'nın tamamını teşkil eden, daha sonra Pakistan ve Bangladeş'le beraber üçe ayrılacak Hindistan'ı sömürge olarak idaresi altında tutmasıdır. Yönetimde İngiliz Umumi Valisi vardır fakat Halife'nin herhangi bir münasebetle oralara bir Mushaf-ı şerif ve Selâm-ı Şâhâne göndermesi halkı sevince gark etmektedir. Nitekim Türkistan ve Balkan memleketleri gibi güney ve Uzak Asya ülkelerindeki hacı adayları da hac farizasını edâ için doğrudan Hicaza gitmez, binlerce kilometreyi aşarak evvela Dar'ül Hilâfe ünvanlı İstanbul'a gelir, Eyüpsultan semtine gider, Hazreti Halid Efendimizi ziyaret eder, birkaç gün Sevgili Peygamberimizin vekili Halife Hazretleriyle aynı iklimin havasını teneffüs eder, sonra Haremeyn-i Şerifeyn yolunu tutarlardı.

Osmanlı Sultanlarının milleti adına sahip oldukları bu itibarı yıkmak, İngiliz emperyalizminin çok ince işlenmiş sinsi bir hesabıydı. İngiliz ve siyon ajanları, on yıllar boyunca Hindistan, Filistin, Anadolu, İstanbul vs.de her fırsatı değerlendirdiler. Kullanacakları kimseleri taraflarına çektiler. Mehmed Vahideddin Han'ın yanına hususî hekim olarak Reşad Paşayı yerleştirdiler. Bu ajan, Padişah'a dost gibi çalışıyor, yurdu geçici olarak terk etmesinin şart olduğunu sürekli şekilde telkin ediyordu. Diğer yandan 1909'daki 31 Mart Vak'asında İngiliz tezgâhıyla Abdülhamid Han'a karşı isyan çıkartıp hal' edilmesine sebep olan, ileride Tek Parti Zihniyetine dönüşeceklerin öncüleri, şimdi Yıldız Sarayı'nın yakınında toplanıp "Kahrolsun Vahideddin!" "Kahrolsun Saltanat!" diye bağırıyor, bu sloganları, tebeşirle tramvaylara yazıyor, saraya hayâsız ve galiz telgraflar çekiyorlardı. Bu zihniyet, bir asır sonra; 2013'te de Gezi Kalkışması şeklinde hortlayacaktır.

Hakan Halife kuşatılırken İttihadçı Sakallı Nureddin Paşa, muhalif gazeteci Ali Kemal'i İstanbul'dan kaçırtarak kendi çalışma bölgesi İzmit'e getirtmiş ve orada linç ettirmekle kalmamış, cesedini de idam ettirmişti. Sağda-solda "gitmezse aynısını Vahideddin'e de yaptıracağım!" diye konuşuyordu. Diyarbekir meb'usu Hacı Şükrü Efendi ise Meclis'te "Loyd Corc'tan, şeytandan beter olan Vahideddin Besmele ile taşlanmalı!" diye hezeyan saçıyordu. Devam eden ağır tehditler üzerine Padişah, hadiseler yatışana kadar muvakkaten İstanbul'dan ayrıldı. İngiltere, şimdi rahattı. Bundan sonra sömürgesi olan mevzubahis ülkelere şunu diyebilecekti: "Kendi isteğiyle gitti! Bizim bir dahlimiz yok!" Hâlbuki gerçek, tamamen aksineydi. Sultanın özel doktoru Reşad Paşa, Vahideddin Han, ölüm döşeğindeyken itiraf ve ikrarda bulunuyordu: