Kucaklaşma

Türkiye, bir asırlık inkıtadan; kurgulanmış bir fasıladan sonra şimdi varoluş hikmetlerine dönme yolunda. Siyonist İsrail, Gazze, Batı Şeria, Lübnan ve Suriye'de terör estirir, korkunç katliam ve soykırım yaparken Ankara, duymazdan-görmezden gelmedi. BAAS zorbalığı, masum sivillerin, kadınların, çocukların başına varil bombaları yağdırırken de Ankara, gözlerini ve kulaklarını kapamadı.

Bu ayıplar, pekâlâ yaşanabilirdi:

Gazze'de, Suriye'de verilen şanlı istiklal direnişi, Tek Parti Zihniyeti tarafından terör eylemleri olarak ilân edilerek Siyonist ve BAAS rejimiyle beraber olunabilirdi. Suriyeli sığınmacılara elektrik, su, gaz gibi zaruri tüketim ihtiyaçlarını kat kat fazlasıyla fatura eden belediyelerin partisi iktidar olsaydı hem Nusayri azınlığıyla dayanışma içinde olur, hem de Siyonistlerle beraber poz verirlerdi. Onlara göre"kuruluş kodları bunu gerektiriyordu." 31 Mart 2024 mahallî seçim sonuçları, 14 Mayıs 2023'teki genel seçimlerde tecelli etseydi daha da beteriyle bu felaketler yaşanabilirdi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Suriye Zaferi değerlendirme konuşmasında Fırat'ın batısı gibi doğusunun da terör unsurlarından temizleneceğini, Suriye'nin toprak bütünlüğünün korunacağını söyledikten sonra heyecanlandırıcı bir haber vererek"Türk-Kürt-Arap olarak hep birlikte kucaklaşacağımız günler yakındır!"dedi.

Biz, I. Dünya Harbiyle bir asrımızı kaybettik. Emperyalizmin eli, yakamızdan, çelmesi ayağımızdan çekilmedi. Sömürgeci dünya, hem Türkiye'de ve hem de Osmanlı Türkiye'sinin 5 asır hükümran olduğu bütün Osmanlı Türkiye'sinde eski kardeşimiz, komşumuz, dostumuz kim varsa onlarla buluşmayalım, uyuşmayalım diye en hileli oyunları tezgâhladı.

Cedlerimiz, bin yıldır girdiğimiz ülkelerde insanlara insanca muamele ederek:

-Müslümansan bu tarafa geç, diğer Müslümanlar gibi şeriatın kanunlarına tabi olacaksın; gayrimüslimsen, eski dinin üzere kalacaksan zimmisin, vergi olarak cizye ödeyeceksin; dinine, mâbedine, örfüne, hayatına ilişilmeyecektir, dediler.

Biz Türkler, bin yıl boyunca soydaşlarımız, dindaşlarımız ve kültürdaşlarımızla birlikte huzurla yaşadık. Bu hayat, İngiltere, Rusya ve Fransa'nın 1821'de Mora'da başlattığı Rum isyanıyla darbe ala ala bir asır içinde paramparça edildi. Her parça üzerinde yeni bir yönetim kurulunca Arap, Balkan gibi milletlerdeki ders kitaplarında Türkler için sömürgeci, Ermeni ders kitapları ve siyasetinde soykırımcı dendi. Bizdeki ders kitaplarındaysa Araplar bizi arkadan hançerledi diye yazıldı. Küçük bir oymağın İngiliz tuzağına düşerek işlediği hata ile bütün bir Arap coğrafyası incitildi. Asırlarca et ve tırnak gibi olduğumuz Kürt kardeşlerimiz de Erken Cumhuriyette başka yanlışlara muhatap oldular. Bütün bunların arkasında İngiliz, Rus, Fransız, Alman, Siyonist ve nihâyet Amerika vardı. Bir fırsatı yakalamış; Türkleri, bir imparatorluktan düşürerek küçük bir coğrafyaya mahkûm etmişlerdi. Bu sebeple her oyuna başvurarak ve içeriden de kendilerine hayran tipler devşirerek dindaşlarımız ve kültürdaşlarımızla aramızı açtılar, husumetler geliştirdiler.

Türk, Arap, Kürt, Arnavut, Boşnak, Çerkez. Bu topraklarda Müslim olarak kim varsa bütün bu unsurların müşterek sıfatı"Ümmet-i Vahide"ydi, Tek Ümmet. Bunlar, oldum olası Türk devletinin Müslüman unsurlarıydı. Diğerleri de Rum, Ermeni, Yahudi, Keldani ne varsa hepsi gayrimüslim unsurlardı. Devlet, Türk devletiydi, Bayrak Türk bayrağıydı, Osmanlıda resmî dil Türkçeydi. Bu idarede herkes kucaklanıyordu. Herkes tebaa yani vatandaştı. Herkes, serbestçe kendi hayatını yaşamaktaydı.