Zor olsa da köye varmıştık...

Bembeyaz bir kayanın belli belirsiz hayali gibi görünen imam evinin cılız ışıklarını gördüm.

Kahvenin sahibi baktı olacak gibi değil, sobaya birkaç parça "kerme" attıktan sonra; "Çocuklar sizleri anlıyorum. Analarınız bekliyor ve tatilinizi ziyan etmek istemiyorsunuz. Biz ne hâliniz varsa görün deyip sizleri serbest bırakırsak olacaklardan vicdan azabı çekeriz. Kusura bakmayın bu havada kimsenin dışarı çıkmasına müsaade edemem. Bekleyin, tipi dinsin, önümüzü görelim. O zaman tamam" dedi.

Birkaç bardak çay içmek iyi gelmişti. Gece ortalarına doğru da hava sakinleşip kar, tipi dinince sabahı beklemeden kahveciye teşekkür edip müsaade isteyerek yola çıktık.

Hasretlik ağır basmıştı. Zor olsa da köye vardık. Alaca karanlık içinde bembeyaz bir kayanın belli belirsiz hayali gibi görünen imam evinin cılız ışıklarını gördüm. Sönük yıldızlar gibi parlıyordu. "Bu saatte hayırdır! Hüsna nineme mi bir şey oldu" dedim. Ara sıra tahta kapının açılıp kapanmasıyla girip çıkanların seslerini gecenin hafif rüzgârı, derin bir uğultu hâlinde her tarafa yayıyor, kesintisiz ulumalarıyla köpekler, soğuk havanın hüznünü daha beter artırıyordu. Dağlar gittikçe mavileşiyor, daha esrarlı bir hâl alıyordu. Tepesi karlı tayalar, yer yer kullanılmış, dişlek kalaklar, üzeri buz bağlamış çay, izi olmayan yollar ve hepsinden de mühimi gece yollara düşmüş kazazede birkaç çocuk

Yüz hanelik köyün toprak damlı tek kat evleri, çayın güney yamaçlarına birbirinin önünü kapatmayacak şekilde kurulmuştu. Dere boyunca sıralanan evlerin orta yerindeki evimize giden dar sokağın sağındaki demirci Mevlüt Ustanın eğreti dükkân kapısı aralıktı. Yerlerde hayvan nallamaya, çakmaya yarayan çatalın ayaklarına bağlı alaca köpek, yabancı kokular almış olmalı ki, sık sık başını kaldırarak havlıyor, tırnaklarıyla kazmaya çalıştığı soğuk ve nemli küllerin üzerinde yuvarlaklar çizerek dolaşıyordu. Pencere önlerine rastgele asılmış çeşitli renkte çamaşırlar, bostan korkuluğu gibi donmuş, kaskatı duruyordu.