"Behlül" lakabı yakışmış sana...

Tahta kilitsiz kapısı olan kulübemden biri çıktı. "Allah Allah! Bu da kim, benim çilehanemde ve bu saatte ne işi olabilir" dedim, dikkat kesildim. Zeytuni saçı, sakalı uzaktan da olsa parıldıyordu. Belini düzeltmek istiyormuş gibi doğruldu, kimseler yok zannederek serbestçe gerindi. Kolları, ayakları kuvvetli görünüyordu. Elini siper ederek gökyüzüne baktı, sonra iki duvar arasındaki toprak yola dikkat kesildi. "Hayırdır inşallah!" dedim gayr-i ihtiyari.

Kenardaki kütüklerden birinin üzerine çömeldi. Cebinden bir kitap çıkardı okumaya başladı. Yaklaştıkça daha teferruatlı görmeye başladım. Üzerinde sırmalı cübbesi, ayaklarında nalınları yepyeniydi. Sağlam yapılı, oldukça bakımlı bu zat-ı muhterem, ayak seslerimi duymuş olacak ki kitaptan başını kaldırdı, etrafına göz gezdirdi, yeniden bana baktı, sonra gökle bahçelerin birleştiği nefti çizgiye dikkat kesildi. "Aaa! Bu Sultan'ım! Galiba benimle göz göze gelmek istemiyor" dedim koşarak yanına gittim, selâm verdim. "Sultan'ım sen buralar" dedim, elini öpmeye çalıştıysam da mümkün değil, müsaade etmedi.

Bir şey diyecekmiş gibi daha dikkatlice yüzüme baktı:

- "Behlül" lakabı yakışmış sana.

- İnşaallah öyledir Efendim.

- Kim takmışsa bu ismi sana; helâl olsun, ne kadar isabetli iş yapmış Behlül. Anladığım kadarıyla çok gülen ve tebessüm eden mânâsına geliyor, değil mi

- Efendim, Bağdat ahalisinin hüsn-ü teveccühleri. Duâ buyurun da güler yüzlü, tatlı dilli olayım ömrüm boyunca.

- Öyle olmasaydın halkım böyle güzel bir sıfat yakıştırmazdı.

- Mühim olan son nefese kadar öyle mütebessim kalabilmek ve gülerek ahirete göçebilmek. O da kolay değil Sultan'ım. Bu yüzden olsa gerek; olmadık yerde ağlayan, beklenmedik yerde gülen deli divane biri oldum!

- Boşuna öyle yapmıyorsun Behlûl! Büyük hayallerin, uzun hesabın var, pek aşikâre, belli.