Çocukların yanından ayrılırken hayatımındersini almıştım!..

"Seni bilmeyen mi var Her gün kabristana gidip dönüyorsun! 'Bu giden var ya! Aklını oynatmış Behlûl Divane'diyorlar."

Çocukbana ismimle hitap etti:

- Ey Behlül Dânâ Efendim!

- Buyur evlat! İsmimi nereden öğrendin

- Bilmeyen mi var Her gün kabristana gidip dönüyorsun! "Bu giden var ya! Aklını oynatmış Behlûl Divane" diyorlar. Ha bu oyun oynayan çocuklar da bilir! Bu kavuştuklarıma gelince efendim! Babamı ateş yakarken gördüm. İri odunları küçük çıralarla tutuşturuyordu. Kendimi çıra yerinde düşünmeye başladım. "Ya ben de Cehennemin küçük odunlarından olursam hâlim nice olur" dedim, korkmaya başladım. İşte o gün bu gündür ağlıyorum!

- !!!

Bu doğru ifadeleri üzerine zaten dolmuş gözlerim sel oldu aktı. Kendimden geçmişim orada. Aklım başıma gelip uyandığımda; biraz önce beni derinden sarsan aklı büyük, yaşı küçük çocuğu göremedim, merak edip sordum etrafımı saranlara. Onlar benimle dalga geçercesine;

- Tanımadın mı Dediler, ben de;

- Hayır!

Deyince, onlar;

- Bu, hazret-i Hüseyin evlâdından SEYYİD bir çocuktur dediler. Ben de;

- Ancak böyle bir ağacın meyvesi bu kadar güzel olabilirdi.

Çocukların yanlarından ayrılırken hayatımın en büyük dersini almıştım bir çocuktan.

Şimdi size soruyorum: "Ben meczup olmayayım da ya ne olaydım"

ÖLÜMDEN DERS ALMAYAN YA NEDEN ALACAK

Bağdat'ın, ilim hazinesi nihayetsiz sisli ufuklarına bakan küçük kulübem, zümrüt yeşili envâ-i çeşit meyve ağaçları içinde kayboluyordu. İnce uzun kavakların tozpembe gölgeleri ırmağa inen keçi yoluna düşüyor, akşamın ılık rüzgârıyla coşan serçelerin fasılasız ötüşleri ortalığı çın çın çınlatıyordu. Kuş cıvıltıları, kesintisiz çekirge ıslıkları eşliğinde patika yolda yürümek ne kadar da hoşuma giderdi. Alır alır beni ötelere götürürdü. Oldum olası her canlı ve cansız varlıktan ibret alıp ders çıkarmayı pek severdim.