"Şunu baştan anlat, benimvaktim de, sabrım da var"
Mütevâzı bir hayattan renkli, ışıltılı insanların arasında bocalamadan hedeflerine varmak ayrı bir kâbiliyet istiyordu.
Gönül buluşmak ister,Durup konuşmak ister,Dayanamaz, meraklı,Hemen kavuşmak ister.- Bir gün bir arkadaşla sohbet ederken setlerde olan biteni anlattım. O da; "Karşılaştığın problemleri geç, fakat hoş olanları, aynen yaz, arz et. Anlattıkların sıradan işler değil" dedi; hem akıl, hem de kuvvet verdi. Ben de sırasıyla yazdım, Enver Abimize takdim ettim. Hemen okumuşlar. Akşam çıkarlarken uzaktan görünce ceketinin dış cebini gösterip; 'Yazdıkların burada, takdim edeceğim' diyerek iltifat ettiler.- Eee! Meraktan çatlayacağım!- Nereden başlasam acaba- Tam baştan anlat benim vaktim de, sabrım da var.- Demek çok merak ediyorsun Erol abim.- Tabii ki!- Bir kere şunu söyleyeyim; film sektöründe çalışanlar çok karışık, iyisi de problemli olanı da var.- Az çok tahmin ediyorum. Hakikaten her şey karışmış vaziyette. Nasıl ettin de işin içinden muvaffakiyetle çıkıverdin- Mütevâzıbir hayattan renkli, ışıltılı insanların arasında bocalamadan hedeflerine varmak ayrı bir kâbiliyet istiyordu. Hem onların dümen suyuna kapılmayacaktım, hem muhafazakârlığımı, değerlerimi koruyarak yol alacaktım. Böyle bir hayat tarzına münasip bir formül bulmak da bana düşüyordu. Kısacası kadınlı erkekli, bize göre birçoğunda ar hayâ, edep adap bulunmayan bu insanlarla başarılı bir iş çıkarıp arzu edilen hedefe varmalıydım. Buna kati bir şekilde inanmıştım.- İşin aslı; muvaffak olacağına inanmak zaten.- Evet ama kolay değildi. Çok çok zor efendim.- Elbette zordur. Eskiden böyle değildi. Eskiden dediğim kırk elli sene evvelinden bahsediyorum. Pekâlâ, hatırlıyorum; o vakit erkeklerin, kadınların ayrı ayrı âlemi vardı. Bu âlem pek mahremdi. Her cins kendi aralarında birbiriyle konuşur, görüşür, yerine göre de eğlenirlerdi. Kendilerine mahsus bir dünya… Meselâ: Moda yoktu. Annelerinin esvaplarını kızları giyinir; ninelerin altın, gümüş takılarını torunları severek, isteyerek takardı. Süslü işlemeli elbiseleri, şalvar ve ferâceleri de sandıklarda saklanır, miras olarak kalırdı. Kimsenin aklına kötü bir şey gelmezdi.