"Şu bizim Bitirimler ne oldu"

Nelerle karşılaşacağımı düşündüğümden mi ne çok heyecanlıydım.

Böyle zikzaklarla hayat rüzgâr gibi esti geçti üzerimizden. Bu kalıp ve kalp hastalığım hastaneye bir kere gelmekle seyrini değiştirmiş, önümde ebedî saadetin yolu açılmıştı. Ya onlar! Onların derdi öyle büyüktü ki ameliyat olmakla da iyileşmiyordu. "Geçmiş olsun!" dileği de boş bir lakırdı olarak kalıyordu havada...

Tanju'ya dedim ki "Şu bizim Bitirimler ne oldu Hadi gidip bulabildiklerimizle bir görüşelim, helâlleşelim Ne dersin" O da makul karşıladı. Çoğunun bildiğimiz eski adreslerine gittik. Nelerle karşılaşacağımı düşündüğümden mi ne çok heyecanlıydım.

Bizim Bitirim biçarelerini iliklerine kadar tanırım. Suratları daima asıktır. Hayatlarının her dönemi, bedenlerinde tarifsiz tahribat yapmış kötü iz bırakmıştır. Fuhşun ayrılmazı olan zührevi hastalıklar mı diyeyim, kandırılmak, aldatılmak mı belki bunlardan biri veya hepsi de kene gibi sırtlarına yapışıp bırakmıyor olmalıydı. Dışları yalancı gülücükler dağıtırken ruhları o kadar bozuk ve hastaydı ki kelimeler anlatmaya kifayetsiz kalıyordu.

Seneler sonra Yaprak'ın evine vardığımızda ikindi olmamıştı. O güzelim kızcağız gitmiş, kirli beyaz pantolonlu, mercan terlikli, orta boylu oldukça zayıf bir ihtiyar kadın çıkageldi karşımıza. Dayak yemiş gibi gözlerinin etrafı da morarmıştı. Dudakları buruşuk bembeyazdı. Ellerinin üstündeki mavi damarları görünüyordu. Dünyanın hiçbir ressamı bu kadar berbat; bu kadar perişan, bu kadar çirkin, sarkık ve cifeden bir kadın resmi çiz deseydin çizemezdi. Yaprak'ın vücudunun sarkıklığından, yıpranmışlığından, perperişan olmuşluğundan başka, üstüne üstlük de beli bükülmüş tek hörgüçlü deve gibi kamburlaşmıştı! Korse olmasa bu kadar bile doğrulamayacak vaziyetteydi.