"Neyi kastettiğinizi anlayamadım!"

Gözlerimi açmaya zorlanıyorum, aksine iyice sıktığımı fark edip kendi kendime kızıyorum!

Bazen yatağımın başında fısıldaşmalar duyuyorum!Bazen bu dünya hayatımla münasebeti olmayan görüntüler... Sonra ani bir uyanıklık, şuursuzluk ve mazime dair bazı hatıralar. Dikkatimin birdenbire artmasına seviniyorum. Mühim bir hadise bekleme hâli var. Neden sonra başımda hafif bir sızı hissediyorum, aldırmıyorum. Gözlerimi açmaya zorlanıyorum, aksine iyice sıktığımı fark edip kendi kendime kızıyorum. Sonra yine tarifsiz bir rahatlık. Hepten gevşiyorum bu sefer. Göğsümün üstünde kat kat yükler, o ağırlıklar alınırsa mutlaka hafifleyeceğim hissi içerisindeyim. Dalıyorum yine, biri beni uyandırmaya çalışıyor. Kuvvetimi toplayıp kalkıyorum. Sultan'ımızla göz göze geliyorum.

- Behlül!

- Sultan'ım!

- Yine beni ayağına getirdin!

- Ah Efendim! Özür dilerim Sultan'ım!

- Yok, özür dilenecek bir şey yok. Aklım fikrim sende, müptelân olmuşum haberim yok! İlla seni görmem lazım. Aklıma vurdun mu duramıyorum! Hakikati söylüyorumBehlül'üm.

- Ah! Ah! Rabbim hüsn-ü teveccühünüze layık eylesin Sultan'ım.

- Böylesini görmemiştimBehlül.

- Affınıza sığınırım Sultan'ım! Neyi kastettiğinizi pek anlayamadım.

- Güneş, kocaman bir ateş dağı gibi çökmüş Bağdat'ımızın üzerine. Bağ, bahçe, tarla aklına gelebilecek ne varsa âdetâ kavuruyor. Gelirken gördüm; goncada iken solmuş gelincikler, kaktüsler, çoban çantaları, kudret narları; kimi tomurcukta, kimi çiçekte, bazıları meyveye yeni durmuş tamtakır, oldukları gibi kuruyup kalmışlar. Sarayın içindeyken işin farkında değildim. Dışarı çıkıp kendi kendime yürürken gözlerimle şahid oldum bu hadiselere. Bir deri bir kemik fındık fareleri, kertenkeleler, kurumuş yeşilistan böcüleri hepsi de sinecek bir gölge, girecek bir delik arıyorlar ama takatleri yok ki hareket etsinler. Kanları sanki buhar olup uçmuş, serçeler, sığırcık kuşları ateşler içinde yanan toprağa düşüyorlar tek tek. Sen ateşler içinde yanıyorsun diye mi ne Bütün âlem yanıyor!