"Neredeyse sabaha kadar sürecekmiş çekimler..."

Sessiz bir gölge gibi ilerlerken iki kişinin fısıltıyla konuştuğunu fark ettim. Birkaç adım sonra daha net anlamaya başladım, durakladım.

Hava açıktı. Lacivert semada parlak gümüşten bir kandil gibi asılı duran dolunay, ağır küf ve yosun kokan mahallenin sokaklarını, senelere yenik düşmüş iki üç katlı eski cumbalı evleri çisil çisil aydınlatıyordu. Köşe bucak miyavlayarak kaçışan kedicikler, sürü sürü geçen martılar sanki gizli bir kara haber götürüyorlarmış gibi, acı acı bağırıyorlardı.

Çekim yaptığımız konağın solundaki çınarın siperinde sahipsiz bir gölge kadar sakin duran bir genç, yavaşça kımıldadı. Ne zamandan beri rutubetli rüzgârın altında düşünüyor, uzakta, belli belirsiz seçilen oyunculara bakıyordu.

Sessiz bir gölge gibi ilerlerken iki kişinin fısıltıyla konuştuğunu fark ettim. Birkaç adım sonra daha net anlamaya başladım, durakladım. "Tanımadığım, bilmediğim bu insanlar müessesem hakkında böyle ileri geri neler konuşmuyorlardı ki"

"Neredeyse sabaha kadar sürecekmiş çekimler."

"Biz de çektirmeyeceğiz!"

"Mahalleli arkamızda!"

"Çok dikkatli olalım!"

"Sahibi zengin biriymiş!"

"Zenginliği kadar meşhurmuş da!"

"Bu yaşta bu imkânlar ah bizde olacaktı ki!"

"Bir şey koparmadan bırakmayalım!"

"!!!"

Duyduklarım karşısında şaşırmıştım. Başımıza iş açacaklarını az çok hissettim, elimde olmadan titredim. Sağa sola endişeli bakarken söylendim: "Herhâlde üşüdüm. Öyle şey olur mu Yanlış anlıyorum! Yorgunluktan olsa gerek…"

Bu arada adamlar ayağa kalkıp film çekim setimizin bulunduğu eski Osmanlı konağının karanlık sokağına girdiler. Vakit kaybetmeden ben de hareketlendim. Bir anda göğüs göğüse geldik. Her şeyden habersiz gibi bozuntuya vermeden sordum;

- Film ekibinden misiniz

- Yok! Cankurtaran ekibinden!

- Yaa!

- Evet ya! İşte öyle!

- Tam bilemiyorum kimler, ne iş yaparlar

- Ama biz biliyoruz. Her şeyi zamanında yapmalı!

- Neyi

- Neyi olacak Yapacağını... Yoksa iş işten geçer, olacaklar da olmaz!