"Kim umar senden vefâyı,Yalan dünyâ değil misin"

"Bir asır daha yaşayamadım diye ağlamak, bir asır evvel yaşayamadığıma ağlamak kadar beyhudedir..."

Ölümüm çokyaklaştı, ensemde hissediyorum nefesini! Tıpkı dedemin mevta şeklini almışım. Hep onu görüyorum. Bütün vefat edenler hanemi doldurmuş...

Bak işte ellerime hâkim olamıyorum ha bire titriyor, başım dönüyor, gözlerim kararıyor! Sen de görüyor musun bu hakiki akıbeti

Pek az vaktim kalmıştı...

Hiç kimseyi, aklıma gelebilecek her Allah'ın kulunu kırmadan gitmek istiyordum öte âleme ama ölümün soğuk yüzü de beni benden alıyordu...

Kim umar senden vefâyı,

Yalan dünyâ değil misin

Muhammed-ül-Mustafâyı,

Alan dünyâ değil misin

Yürü hey vefâsız yürü,

Sensin hod bir köhne karı,

Nice yüz bin erden geri,

Kalan dünyâ değil misin

Kimisini nâlân edip,

Kimisini giryân edip,

Âhir-i kâr üryân edip,

Soyan dünyâ değil misin

Kasdedip halkın özüne,

Toprak doldurup gözüne,

Ehl-i gafletin yüzüne,

Gülen dünyâ değil misin

İşin gücün dâim yalan,

Çok kişiden arta kalan,

Nice kere boşalarak,

Dolan dünyâ değil misin

Başımı toprağa koyduğumda, herkes işinde gücünde olacak, yine güneş Şarktan doğup Garptan batacak, yani dışarıda hiçbir şey değişmeyecek, biliyorum...

Her doğumun bir ölümün de habercisi olduğunu çoktan öğrenmiştim.

Bir anlık mesele ÖLÜM. Başımı toprağa koyduğumda beni seven sevmeyen bütün insanlardan, soğuktan, sıcaktan, kurttan, kuştan, evimden barkımdan ayrılıp gideceğim. Günahlarımla sevaplarımla hiç gelmemiş gibi olacağım bu dünyaya. Sanki bu kulübede, şu karşımda devasa duvar gibi yükselen sarayda oturmamış, sultanla, Bağdat ahalisiyle hiç sohbet etmemiş, yememiş, içmemiş, üzerimden soyulup çıkarılacak bu elbiseleri hiç giymemiş, üzülmemiş, ağlamamış, sevinip gülmemiş, şu önümde uzanıp giden Dicle Nehri'nde hiç yıkanmamış, abdest almamış, şu tozlu yollarda hiç yürümemiş gibi olacağım