Keyifle yaptığım kahvemi yudumlayacaktım ki!..

Söyleyeceğim şu ki; evimin her köşesinde ayrı bir alın teri, göz nuru ve emeğim vardı. Çalışıyor, kazanıyor ve isteğime göre de harcıyordum.

Öyle bakıp durma sağa ve sola!

Issız yerde kalma, düş hemen yola!

Haydi, kalk git Allah yardımcın ola!

Kervan göçer, dağ başında kalırsın.

Yunus der, ortada kalmasın ölün!

Boş şeyler konuşma, zikretsin dilin!

Yabancı diyarda bilinmez ilin!

Kervan göçer, dağ başında kalırsın.

***

IŞIKLI AYAKKABI...

Gökyüzünün açık güneşli olduğu bir ilkbahar günüydü. İkindiden sonra, trafiğe yakalanmamak için arabamla yeni taşındığım mahalleme geldim. Hiç beklemeden semtin pazarına uğradım. Her taraf insan kaynıyordu. "Gitti gidiyor! Batan geminin malları! Gelin gelin!" diye avazı çıktığı kadar bağıran malum satıcılar, çocuğunun elinden tutmuş parka götüren anneler, el arabasıyla bir şeyler taşımaya çalışan iki büklüm ihtiyarlar, banklarda pinekleyen emekliler, derdi olanlar, telaşe memuru aceleciler... Birçoğuyla selâmlaşarak, hâl hatır sordum, alacaklarımı aldım, çok sevdiğim evime çıktım. Mutfağı büyükçe, kullanışlı, oldukça da ferah yaptırmıştım. Bütün eşyalarımı itinayla seçmiş, renk uyumuna varana kadar bir sanatkâr titizliğiyle dikkat etmiştim. Söyleyeceğim şu ki; evimin her köşesinde ayrı bir alın teri, göz nuru ve emeğim vardı. Çalışıyor, kazanıyor ve isteğime göre de harcıyordum. Gayet tabii olarak…

Hanım, çocukları alıp anne ve babasını ziyarete gitmişti. Ben de beş vakit namazı kıldırıp yeni haneme gelince, evin eksiklerini tamamlıyor, onlar dönmeden sürpriz sayılabilecek bazı ilaveler yapıyordum.

Hocaların başka nesi olacak Evi işi arasında mekik dokuyup dururlar. Ben de onlardan biriydim. Yeni evimde üst üste binen yorgunluğumu atmaya çalışmak niyetindeyim. Keyifle yaptığım kahvemi ocaktan alıp tam pencerenin kenarına oturacaktım ki;

"Taak! Şangır-şungur!" sesleri ile irkildim.

Hemen elimdekileri masaya bıraktım, beti benzi soluk pencereden dışarı sarktım. Birkaç çocuk benim başımı uzatmamı bekliyorlarmış gibi: