Kafam, alacaklıların kaba sözleriyle doluydu...

"Sen onu boş ver Ragıp Bey, insanlık öldü mü Düne kadar İFPAŞ iyiydi de şimdi bir kriz yaşıyorsa, kötü mü oldu.."

Gelen davetsiz misafirlerime hoş-beşten sonra gönderdiğim adamın baştan itibaren yaptıklarını anlattım. Zaten birbirlerini tanıyorlardı.

Azalmaz dileklerim,

Sabrı sabra eklerim,

Gözlerim yolda kaldı,

Gelen giden beklerim!

- Sen onu boş ver Ragıp Bey, insanlık öldü mü Düne kadar İFPAŞ iyiydi de şimdi bir kriz yaşıyorsa, kötü mü oldu Sen üzülme, onu biliyoruz nasıl biri olduğunu. Yolda gelirken konuştuk; alacağımızın belgesi olması bakımından bize basit birer senet ver çekip gidelim. Seni zora sokmayız. Ara-sıra telefon ederiz, işinizi düzeltirseniz gelip tahsil ederiz, düzeltemezseniz canınız sağ olsun… diyerek beni teselli ettiler. Kayıtlara baktım alacakları paraları söyledim. Mutabakat sağladık, hemfikir olduk. İleri tarihlere birer senet doldurdum, imzaladım, verdim. Güle oynaya uğurladım. İçimden de;

"Şu kadınlar kadar bile olamadı adam, ne nasipsizmiş" diyor başka bir şey demiyordum. Süslü-püslü laflara, insanı yücelten iltifatlara her nedense çabuk kanıp söylenenlere inanıyor ve de kıymet veriyoruz. Bu kibar hanım oyunculara gıptayla teşekkür ederken o, patavatsız adama hiddetim garaz derecesini geçiyordu. Öyle nefret etmiştim ki;

"Ne iğrenç! Tam bir karikatür, yâ Rabbî!" derken âdetatiksiniyordum.

Kafam, alacaklıların kaba küfürleriyle doluydu. İçine düşürüldüğümüz perişanlıklarımıza o; "kan emici, fırsat düşkünü zengin, patron, işveren!" diyor, bu nihayetsiz zorlamalar, saman altında su yürüten patronlar karşısında nasıl olup da ayağa kalkmadığımıza, heyecanla hakkımızı almadığımıza şaşıp kalıyordu.

Aradan ne kadar zaman geçti tam bilmiyorum. Üç dört hafta mı ne Bir telefon geldi evden:

- Nihayet bunu da yaptırdın! diyerek başlayan, hiç alışık olmadığım bir serzeniş ve üzüntü hâli ki sormayın! Kullandığı cümleleri tüylerimi diken diken etti:

- O da ne demek

- Hiç tanımadığımız insanlar evimin adresi peşinde…