"Güzel sözde hikmet tesirivardır fakat çabuk unutulur Sultanım!"

"Behlül, bana yine bir ders vermek istiyorsun ama yani öyle garip hareketler yapmadan veremez misin"

Tek başıma kaldığım yerden canım sıkılmasın diye etrafımı seyretmeye başladım.

Başımı çevirip aşağıya ovaya baktım. Geniş bir düzlük; bazı yerlerde yeşilimsi, bazı yerlerde sarımtırak ve ufuklara doğru mor renklerle dalga dalga alabildiğine uzanıyor, yayılıyordu. Gözüm, ilk bakıştan itibaren bu geniş düzlükleri takip etmekten yoruluyor, ne hikmetse içim bir hoş oluyor, basit kulübemin hasret acısı çöküveriyordu kalbime. Bakışlarımı Sultanlık tahtının bulunduğu sedef kakmalı kanatlı kapıdan yana çevirdim. Etraf ak mermerlerden yapılmış bir ehramı hatırlatıyordu bana ne hikmetse.

Önümde yükselen devasa kapı göründüğü gibi hayal değil, hakikatti. Yüksek bir yerde bulunmanın verdiği bir neşe içinde olmam lazım geldiği hâlde, kabir içindeki hesap veren bir mevta gibi ter döküyor, bu gibi debdebeli yerlerde bulunmadığıma ise içten içe şükrediyor, seviniyordum ki içeriden Sultan'ımın sesini duydum. Can-ı gönülden duâ ediyor, "Ey bizleri yoktan var eden Allah'ım! Cehenneminden korkuyorum, o şiddetli azaba dayanamam! Bana lütfunla, kereminle Cennetini ihsan eyle!" deyip yalvarıyordu. Çok tesirinde kalmış olmalıyım ki Sultan'ımıza kuvvetli bir ikazda bulunma ihtiyacı duydum. Hemen yanı başımda duran merdivenle TAHTIN bulunduğu has odanın tavanına çıktım. Bir şeyler aramaya başladım. Çok gariplerine gitmiş olacak ki nöbetçiler peşim sıra koşarak geldi, kollarımdan sıkı sıkıya tutarak padişahın huzuruna çıkardılar. Sultan'ımız düşünceliydi.

- BiliyorumBehlül, bana yine bir ders vermek istiyorsun ama yani öyle garip hareketler yapmadan veremez misin

- Sultan'ım güzel sözde hikmet tesiri vardır fakat çabuk da unutulur. Öyle bir şey yapmalıyım ki muhatabım kim olursa olsun; ister sultan, ister çoban meseleyi tam ve doğru anlasın ve de unutmasın.

- Yani bize anlayışımız kıt mı demek istiyorsun