Film projelerimizle alâkalıbir iş için Ankara'daydım...

Çok şey düşünüyordum ki arkadaşların ısrarla istedikleri hususi bir hatıramı yazmam aklıma geldi. Onlardan rastgele birini seçtim.

Caddeler tıklım tıklım dert dolu. Bir ihtiyarın bel ağrısı veya bir hanımefendinin ağlamaktan kuruyan gözyaşları. Sonra problemlerini çözemeyenler, işin altından kalkamayanlar, düştüğü kuyudan çıkamayanlar ve günahkâr, günahından haberi olmayan kibirli insanlar. Ne çok mânâsı vardı şu ölümlü hayatın. Ne kadar çok kıymeti anlaşılmayan mücevherlerimiz vardı

Çok şey düşünüyordum ki arkadaşların ısrarla istedikleri hususi bir hatıramı yazmam aklıma geldi. Onlardan rastgele birini seçtim.

Hatıraların hepsi de benim için kıymetliydi ama onların hatırı için, ne demek istediklerini tam olarak kestirmesem de benim için pek hususi olan bir hatıramı anlatmadan geçemeyeceğim.

"Takısını takıyor,/Yüreğimi yakıyor,/Doğru gitmez yoluna,/Aval aval bakıyor!"

***

1988-89 seneleri... İFPAŞ, film projelerimizle alâkalı mühim bir iş için Ankara'ya gitmiştim.

Yaz sıcaklığının bunaltıcı havasında dağınık, gri betonarme binaların belli belirsiz hayali gibi görünen Ankara, bütün canlılığıyla ayaktaydı. Satıcıların "domates, salatalık, maydanoz, biber, dereotu, tere…" diye bağırmaları, dolmuşların korna seslerini, ikindinin hafif rüzgârı derin bir uğultu hâlinde her tarafa yayıyordu… Çığlık çığlığa gençliği, hayatı hatırlatan ilk mektep talebeleri, sıcağa aldırmadan koşuyor ter içinde kalıyorlardı. "Kanları kaynıyor. Gençlik böyle bir şey" dedim devam ettim.

Uzakta sisler altındaki Kocatepe Cami-i şerifi, hayâl meyâl görünüyordu. Serçe ve çocuk seslerinin karıştığı parklar, insan ve arabadan geçilmeyen cadde ve sokaklar, müşteri kapmaya çalışan taksiler, tren ve tayyare sesleri, sanki mühim hadiselerin habercisi gibi beni sarsıyor, kalabalıkların içinde yalnızlığımı bir kat daha artırıyordu.

Bir iş görüşmesi için geldiğim başşehirde görüşmelerimi ve Bağlum Kabristanıziyaretini de yapıp İstanbul'a dönmek üzere otogara gidiyordum. Hedefime iyice kilitlenmiştim. Otogarın ana giriş kapısında kırmızı, beyaz ayyıldızlı bayrağımız, yanında Ankara Belediyesi otogar flamaları, can çekişen kartallar misâli, heyecanla kıvranıyor, fasılasız ve durmadan dalgalanıyorlardı. Binlerce insanın gece gündüz dur durak bilmeden gelip geçtiği otogar, hâlâ en hareketli zamanlarından birini yaşıyordu. Yazıhane önlerinde vazifeli firma adamları, yolcu kokuları duyar gibi sık sık kollarını kaldırarak;