Elimden, dilimden düşürmem büyüklerime duâ etmeyi...

Anacığım, babacığım öyle çok istisna bir şey yapmaz, çok iddialı olmazlardı ama pek samimiydiler.

Babam için, muteber olan, lisan-ı hâldi. Bu şartlarda büyümem, benim de hassasiyetimi artırmış, her şeyimle İslâmiyet'e uymaya, ona münasip yaşamaya daha gayretli olmuştum.

Mütevâzıtemiz mekânların o güzel kokuları içime sinmişti. Onlar ahirete göçünce hayallerimin hepsi de pıtır pıtır dökülüverirdi. İşte benim o hayatımdan yadigâr bu yalnızlığım kaldı. Hatıralarımın içinde bunları unutamıyorum! Bugün nefsimle mücadele etmemde kendimde bir kuvvet bulabiliyorsam onlara çok şey borçluyum.

Elimden, dilimden düşürmem büyüklerime duâ etmeyi.

Anacığım, babacığım öyle çok istisna bir şey yapmaz, çok iddialı olmazlardı ama pek samimiydiler. En mühim olan şey de ihlâslı olmak değil miydi zaten Aslına bakarsanız gayet de kibardılar. Devamlı mütebessim bir çehre, yarı yarıya ak düşmüş saçları, iki kocaman huzur veren gözleriyle hep hayallerimi süsleyip duruyorlar. Velhasıl-ı kelâm onları unutamıyorum, unutmak da istemiyorum. Daima kalbimdeler. Oturup bir kere düşünmeye başladım mıydı, artık Kûfe kabristanında yatan cansız adamlar olmaktan çıkarlardı. Etiyle kemiğiyle, huyuyla suyuyla düpedüz şahsiyet sahibi varlıklara dönüşürlerdi. Yarı aklımla kurduğum bin türlü çetin macerada hayat bulurlardı. Allah muhafaza o güzel insanları "unuturum!" diye ödüm kopardı.

Yalnız; her daim, onların yaşadığı akıbeti yaşayacağımı, onun için de hazırlanmam lazım geldiğini bilir, ehemmiyetini kalbimde hissederdim. Diyeceksiniz ki: "Nedir bu kadar düşünce" Düşün düşün, hep düşün! Nereye kadar" Evet, her nereye gitsem, hangi şart ve durumda olursam olayım; en büyük hakikat ÖLÜM vardı karşımda! Kötü adammış, iyi adammış hiç fark etmez, yeri ve zamanı gelince alır götürürlerdi son durağa. En az bu hakikati kalbimde diri tutar, azgın NEFSİM için yapabileceklerimi gözüme kestirir, allem eder, onu dehşet bir uçurumun kıyısına sürüklerdim. İyice köşeye kıstırır, acıtırdım.