"Bu kızcağızı çok beğendim gelin edeceğim kendime..."

Rahmetli nenem; âlime bir hanımefendiydi. Bir bakışta kimin ne olduğunu; ferasetiyle anlar, ona göre muamele ederdi.

Al giyip allanıyor,

Bal yiyip ballanıyor,

Ninesinin torunu,

Beşikte sallanıyor.

Babamın mesleği icabı sık sık köy değiştirmesinden olsa gerek ebeveynlerimiz insan sarrafı olmuşlardı. Hele rahmetli nenem; âlime bir hanımefendiydi. Bir bakışta kimin ne olduğunu; ferasetiyle anlar, ona göre muamele ederdi. Bu kızcağızı çok çok beğenir "seni gelin edeceğim" der dururmuş. Öyle de oldu.

- Nasipte olunca…

- Evet nasip, kader-kısmet…

- Peki, öyle ya; aynı köylü olduğunuza göre tanıyordunuz birbirinizi. Belki de gizli bir aşk…

- Doğru, normalde öyle olması lazımdı. Yüzyirmi hanelik bir küçük köy. Herkes en detaylı bir şekilde birbirlerini tanır. Zaaflarını, ekonomik yapılarını, ahlaki durumlarını, hastalıklarını… Daha hususi hâllerini de… Fazla uzatmayayım… Aynı köylü demek; akrabadan da öte birbirini yakinen tanımak demek zaten. Ama müstakbel hayat arkadaşımı hiç tanımıyordum.

- Olacak şey değil!

- Şaşırmakta haklısınız ama olacak şeydi. Çünkü onlar ya ihrama bürünüp dışarı çıkarlardı, ya da hiç çıkmazlardı. Yanımızdan geçseler de yaşlı mı, genç mi olduğunu anlamak mümkün değildi. Zaten erkekler de bir hanım görünce sırtlarını döner, bakmazlardı. Bu yüzden genç kızları pek tanımazdık.

- Taş devrinden kalma âdetler…

- Eğer bu şekilde yorumlayacaksanız mevzuyu kapatayım!

- Alınma be Ragıp Bey! Hani öyle derler ya; şimdiki modernler! Onu seslendirdim sadece. Niyetim üzmek, yermek değildi. Kusura bakma!

- Estağfirullah! Ne kusuru! Öyle kulp takılmasını da istemem! Olanı objektif olarak anlatmaya çalışıyorum sadece.

- Pek de merak ettim! En kısa zamanda oraları görmek isterdim.

- Gitseniz de o devri göremezsiniz. Şimdi ne ihram var ne de bürünen…

- Dünya hızlı bir şekilde değişiyor. Elbette her tarafa sirayet ediyor. Televizyon, internet, akıllı telefonlar; örfü, âdetleri, gelenekleri-görenekleri târumar etti.

- Aynen!

- Eee! Bu kadar mı