Ayak sesleri duyuyorum her yanımdan...

Kadınları görüyorum kırmızı testilerle Dicle'ye inen. Salınan develer görüyorum, sarıklı adamlar...

Rengârenk çiçekler, sanki toprak deryası üzerinde yüzüyor nurdan balıklar gibi yeşil sularda. Bir zümrütten sap alıyorum elime. Kendimi onun yerine koyuyorum, yani sap oluyorum. Köklerim yeryüzünün derinliklerine iniyor, taşlı kupkuru toprağı demir kazık gibi yol buluyor, gümüş damarlarından nemli toprağı geçerek. Lif lifim. Bütün sarsıntılar titretiyor beni, toprağın ağırlığı çökmüş kaburgalarıma. Yukarıda, yeşil yapraklar gözlerim benim, hâki elbiseli bir çocuğum, işte burada. Orada, aşağıda, gözlerim Nil çöllerindeki taş heykellerin göz kapaksız gözleri. Kadınları görüyorum kırmızı testilerle Dicle'ye inen. Salınan develer görüyorum, sarıklı adamlar. Ayak sesleri duyuyorum, titreyişleri, kaynaşmaları her yanımda.

Bir gün Sevgili Peygamber Efendimizin, aleyhissalâtü vesselâm, huzûruna bir müşrik gelir.

Ona, onun anlayacağı seviyede İslâmiyet'i anlatır.

Fakat o müşrik, anlatılanlara hem inanmaz, hem de kısa aklınca alay eder.

Resûlullah Efendimiz, sallallahü aleyhi ve sellem ise, o kimse inkâr ve alay ettikçe yine bıkmadan, usanmadan ve kızmadan tekrar tekrar anlatırlar.

Bu hâl bir müddet böyle devam edince, orada hazır bulunan hazret-i Ömer, radıyallahü anh, dayanamaz ayağa kalkar:

"Ya Resûlallah! Bu kadar da olmaz! Müsaade buyurun bunun cezasını vereyim!" diye söyleyince Sevgili Peygamber Efendimiz:

"Hayır ya Ömer! Sen git yerine otur!" buyururlar ve o müşrike nasihat etmeye devam ederler.

Sevgili Peygamber Efendimizin sınırsız sabrı, engin merhameti, şefkati karşısında o müşrik dayanamaz:

"Pes ya Resûlallah!" diyerek imân etmekle şereflenir ve tam bir Müslüman olur...

Bunun üzerine Sevgili Peygamber Efendimiz, hazret-i Ömer'e dönüp: