Artık iyice ümidimi kesmiştim!..

Olup biteni anlamak, biraz hava almak için dışarı çıktım. Dikkatlice sağa, sola bakındım...

Câmi müdavimleri üç asker, bir muallim ve imâmdan ibaretti. Hepsi beş kişiydi! Gelmek isteyenler varsa da, galiba üzerlerindeki baskıdan dolayı gelemiyorlardı. Yoksa bu mübârek günde bu mütevâzımâbedi boş bırakmaz, mutlaka doldururlardı.

Olup biteni anlamak, biraz hava almak için dışarı çıktım. Dikkatlice sağa, sola bakındım. Peşime takılıp gelen birkaç köpek, bulundukları kuytu köşelere siperlenmiş, çıkışımı bekler bir hâlde yatıyorlardı. Kapının açıldığına mı ne, başlarını kaldırıp kuyruklarını sallamaya başladılar. "En sadık yol arkadaşlarım da işin farkında mıydılar acaba" diye geçirdim içimden. İnce yosunlu, soğuk sütuna ellerimi dayadım. Tâ uzaklara, sokak aralarına, hocanın lojmanına baktım. Hâlâ bir hareket yok, kimsecikler görünmüyordu.

Kalbe saklanan oktur,

Dünyada doktor çoktur,

Doktor pek çok olsa da,

Derdime çare yoktur!

Lacivert gökyüzü de iyice açılmış, mavileşmişti.

"Haydi, artık sabah oluyor, namazını kıl, boşu boşuna da bekleme onları, gelselerdi gelirlerdi."

"Acaba hasta falan olan mı vardı"

"Hep birden sözleşmiş gibi hasta olacak hâlleri yok ya!"

"Yoksa... Yoksa bir karar mı aldılar"

"Madem böyle bir şeye karar vermişler, beni niye haberdar etmediler" diye birçok şey düşünüyor, 'boşa koyuyorum dolmuyor, doluya koyuyorum almıyor' kabilinden işin içinden çıkamıyor, fevkalâde üzülüyordum. Artık iyice ümidimi kestim, kimseyi beklemeden tek başıma namazımı edâ ettim, tesbihlerimi çektim, Haşr sûresinin son üç âyet-i kerîmesini de okudum. İnsanların gafletinden, sözünde durmamasından mı ne içim bir hoş olmuştu, sanki görünmez bir ateşle tutuşturulmuş alev alev yanıyordum.

Üzüntüyle oturduğum yerden doğruldum. Tekrar gelen giden var mı diye her tarafı kontrol ettim. Paşanın konağına, askerîlojmanlara ve köyün görülebilen mahallelerine baktım, karanlık tülden perdeler yavaş yavaş kalkmış etraf daha net görünür hâle gelmişti. Nereden çıktığı belli olmayan karakargalar, havaya boşaltılmış bir çuval canlı kömür parçaları gibi karmakarışık geçiyor, sükûtu parçalayan keskin sesleriyle gaklıyorlardı.