Aşûrâ günü ve Kerbelâ olayının düşündürdükleri (8)
Aşûrâ günü ve Kerbelâ olayının düşündürdükleri (8)
Prof. Dr. Yusuf Özertürk
KERBELÂ'NIN HATIRLATTIKLARI
VE ÇIKARILACAK DERSLER
ŞİİLER, İMAMIN MASUM OLMASI
GEREKTİĞİNİ SÖYLERLER
* Şiiler, hilafet yerine 'İmâmet', halife yerine de 'İmam' terimini kullanmayı tercih etmişlerdir. Şîa, özellikle de İmâmiyye Şîası, imamın (devlet başkanının) İmâmete (devlet kurumuna) gelebilmesi için, onun mâsum (günahsız) olması gerektiğini iddia ederler. Yine onlara göre 'imamlar mâsumdur. Bu yüzden de İmâmete gelecek olan imam, mâsum olduğundan, ümmet veya 'ehlü'l hâl ve'l-akd' (devlet başkanını seçmek ve gerektiğinde de azletmek yetkisine sahip olan heyet) tarafından seçimle, yahut da mevcut olan halife tarafından veliaht tayin edilmesi yoluyla gelmesine ihtiyaç yoktur', görüşünü ileri sürerler. İmamiyye bu anlayışla imamlara, bir nevi Peygamberlerin sıfatı olan 'İsmet sıfatını' (Peygamberlerin, günah işleme hususunda Allah tarafından korunması. Eğer peygamberler günah işleselerdi, Allah, onlara uymayı emretmezdi.) vermiş oluyor.
* Şîa'ya göre imam sadece siyasî bir lider (devlet başkanı) değil, aynı zamanda bâtınî (gizli) bilgilere de sahip olan dinî bir liderdir. Şîa göre, 'Peygamber hem Nebî, hem de veliydi. Bu yüzden vahyin hem zâhirî , hem de bâtınî anlamını biliyordu. Hz. Resûlullah'ın ölümüyle peygamberlik sona ermiş, ancak velâyet ise imamlarda bulunmaya devam etmiştir'. Dolayısiyle imamlar, hem İslâm toplumunu yönetecek, hem de dinî ilimleri öğretecekler ve eşyanın bâtınî anlamını halka izah edeceklerdir. Şîa'ya göre imamlar, beşerî bir devlet başkanından daha ötede, 'Allah ile kul arasında bir aracı, şefaatçı konumundadır'. Şîa'nın bu anlayışı, Ehl-i Sünnet'in halife (devlet başkanı) anlayışından farklıdır. Şîa yönünden, 'imamlar için yapılan mücadele, siyasi bir mücadele olmaktan daha ziyade kutsî bir görevdir'. Dolayısiyle Şîa, imamın seçimle değil, Peygamber nasıl Allah tarafından (nasla) seçilmişse, Peygamber'in risâlet dışındaki görevini devam ettiren imamın da Allah tarafından seçilmesi gerektiği görüşünü benimsemiştir. Şîa imam olarak da Hz. Ali (r.a) ve soyunu kabul etmektedir. Böylece Şîa, devlet başkanının (imamın) seçimle değil, Hz. Ali soyundan gelenlerden veraset (tayin) yoluyla olmasını savunur.
* Şîa'nın bu görüşlerini Ehl-i Sünnet alimleri birkaç noktadan çürütmüşlerdir. Ehl-i Sünnet'e göre;
1-Hz. Peygamber'in dışında kimse mâsum (günahsız değildir. İsmet sıfatı ancak peygambere hastır. Dolayısiyle peygamberin dışında herhangi bir kimse (ehl-i Beyt dahil) Allah tarafından günah işlemekten korunmuş değildir. Yani Hz. Resûlullah'ın dışında herkes günah işleyebilir. Bu yüzden de halife (devlet başkanı olmak için; 'mâsum olma', peygambere yakın olma şartı aranmayıp, gerekli şartları taşıyan, Adaleti sağlayacak olan her liyakâtli kişi devlet başkanı (halife) olabilir. Halife lâyüsel olmayıp, icraatından dinen ve hukuken sorumlu tutulan sivil bir yöneticidir.
2-Hz. Peygamber sağlığında kendisinden sonra devlet başkanlığı yapacak kişi veya kişleri tayin etmemiştir. Bu meseleyi ashaba bırakmıştır. Hz. Resûlullah, 'Benim ümmetim yanlış üzerinde birleşmez' (İbn Mâce, Fiten-8) diyerek de geleceğe ışık tutmuştur. Hulefâ-yi Râşidîn de (dört halife) Hz. Peygamber'in yolunu takip ederek kendilerinden sonraki halifeyi tayin etmeyip, halka bırakmışlardır. Dört halife de (Hz. Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali) şurâya göre (ashabın ehliyetli kişileri) seçilmişlerdir. Şîa'nın iddia ettiği gibi, Hz. Ali (r. a) de, 'halifeliğin kendinin hakkı olduğunu ve kendinden önceki halifelerin hakkını zorla gasbettiklerini ileri sürerek onlara itiraz etmemiştir. Ve onları meşru kabul etmiş, biât etmiştir. Bunun aksini iddia etmek, 'yani Hz. Ali korkusundan ses çıkarmadı' demek olur ki, bu da Hz. Ali gibi şecaat kahramanı bir kişiye korkaklık isnat etmek olur. Ayrıca Hz. Ali, kendinden sonra oğlu Hz. Hasan'ı halife olarak tayin etmemiştir.