Aşûrâ Günü Ve Kerbelâ Olayının Düşündürdükleri (11)

Aşûrâ Günü Ve Kerbelâ Olayının Düşündürdükleri (11)

Prof. Dr. Yusuf Özertürk

KERBELANIN HATIRLATTIKLARI VE ÇIKARILACAK DERSLER

NETİCE-A

*Hicrî Senenin ilk ayı olan Muharrem ayının 10. günü Âşûrâ Günüdür. İslâm tarihinde bu günde yürekleri dağlayan elim bir olay olmuştur ki, o da; 'Vak'a-i dilsûz-i Kerbelâ'dır (yürekleri yakan Kerbelâ vakası). H.61 senesinde Hz.Peygamber'in (sav) boynundan öptüğü sevgili torunu, Cennet gençlerinin efendisi Hz.Hüseyin (ra) ve yanındaki, takriben 72 kişinin tamamı şehid edilmiştir (1). Daha sonra 'gam ve kedere bürünen Kerbela, mü'minlerin vicdanını da kedere boğacak ve zalimler de Kıyamet'e kadar lanetle anılacaklardır.

İSLÂM'DA ŞÛRA-İSTİŞARE

(DANIŞMA-MECLİS) ESASTIR *İslâm'ın iki temel kaynağı vardır. Biri Kur'ân, diğeri de Hz. Peygamber'in (sav) Hadisleridir (tatbikatı, sözleri). Allah Kurân'da, ferdi olsun, kurumsal olsun (şahsi işlerden devlet işlerine kadar) her işte istişareyi ( danışmayı, görüş alışverişinde bulunmayı) emrediyor. (2). Hz.Peygamber de Vahy'in dışında, işlerin yürütülmesinde hem kendisi ashabı ile istişare etmiş ve hem de ashabının istişare yapmasını tavsiye etmiştir. Nitekim Hz. Resûlullah, Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarında ve daha başka olaylarda hep ashabıyla istişare neticesinde alınan kararlara göre hareket etmiştir (3). Hulefâ-yi Râşidîn de (dört halife, Hz.Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali)) Hz.Peygamber'in yolunu takip etmiş ve devlet işlerini hep istişare ile yürütmüşlerdir.

MUÂVİYE HALİFELİĞİ SEÇİMLE DEĞİL, HİLE İLE VE KUVVETLE ALDI VE HİLAFETİ SALTANATA EVİRDİ *Hz.Osman'ın (r.a) katledilmesinden sonra Hz.Ali (r.a) halife seçilmiş ve Şam valisi Muâviye, Hz.Ali'ye biât etmeyip isyan etmiştir. Muâviye, Hz.Ali'ye biât etmemesini başlangıçta, yakın akrabası Hz.Osman (r.a)'ın kanını dava etmesi olarak gösterdi. Yani hilafet meselesinde ileri sürdüğü argüman 'akrabalık, kabilecilik' anlayışına dayanıyordu. Halifenin Kureyş'ten (Muâviye'nin kabilesi) olma şartı, hem İslâm'ın, liyakât-ehliyet, eşitlik anlayışına zıttı, hem de İslâm, kabileciliği-ırkçılığı reddetmişti. Nitekim Hz.Ömer (r.a)'in, 'Huzeyfe'nin azatlısı Sâlim sağ olsaydı, onu yerime bırakırdım' demesi, halife olmak için mutlaka Kureyş kabilesinden olma şartını geçersiz kılmaktadır. Zira Sâlim Kureyş kabilesinden değildi. Hz.Ali'nin müteaddit defa Muâviye'ye yaptığı itaât tekliflerinin sonuçsuz kalması üzerine Hz.Ali savaşmak zorunda kalmıştır. 657 de yapılan Sıffın savaşında Muâviye'nin ordusu yenilme durumuna gelince, Muâviye ve yardımcısı Amr bin el Âs hileye başvurarak, iktidar uğruna kutsalları kullanmaktan çekinmediler. Askerlerin mızrakları ucuna Mushaf-ı şerifleri (Kur'ân nüshaları) taktırarak, Hz.Ali ordusuna dönüp Kur'ân'a karşı mı savaşacaksınız Diye algı operasyonu yaptılar. Ve 'Hakem olayı' hilesi sonucu olarak da, Muâviye hem yenilgiden kurtuldu, hem de Kendi halifeliğini Şam bölgesinde kabul ettirdi. Babasının öldürülmesinden sonra Halife olan Hz.Hasan, Muâviye ile savaşmayıp, Muâviye'ye bazı şartlar ileri sürerek sulh yolunu tuttu ve Muâviye'ye biât etti. Muâviye, Hz.Hasan'ın ileri sürdüğü bütün şartları kabul etti. Bu şartlardan biri de, Muâviye'den sonra halife tayinle değil, seçimle gelecekti. Lakin Muâviye verdiği sözü tutmayarak, sağlığında oğlu Yezid'i veliaht tayin etti. Böylece o zamana kadar seçimle işbaşına gelen halifenin, tayin usuliyle (vesayetle) gelmesinin yolu açıldı (4).* Hz.Peygamber (sav) sağlığında bir veliaht tayin etmemişken, ilk dört halife de seçimle gelmişken, Muâviye, hilafeti, istişare, seçim yoluyla değil de, siyasi ve askeri mücadeleler sonucunda elde etti. *Hulefâ-yi Râşidîn'e 'Halifetü Resûlillah' (Hz. Resûlillah'ın halifesi),veya 'Emirü'l-Mü'minin' (mü'minlerin emiri) denilmesine rağmen, Muâviye kendisine 'Halifetullah' (Allah'ın halifesi) dedirtti. Yani Muâviye, 'Allah'ın halifesi' unvanını almakla, Hz.Peygamber'in vazifesini deruhte etmiş oluyor ve böylece hilafetini kuvvetlendirmiş oluyordu. Bu durum yeni bir devreye evrildi. 'Muâviye, Hilafet (devlet başkanlığı) sisteminin esasını temelden değiştirdi ve Hilafeti Saltanat'a evirdi. Yani halife, (devlet başkanı) 'ehlü'l hâl ve'l-akd' (ümmetin âlimlerinin, ihtisas erbabı) tarafından değil, mevcut halifenin atamasıyla, veraset yoluyla, babadan oğula tayin yoluyla devlet başkanı olacaktı. Muâviye böylece İslâm'ın esas aldığı Şurâ (danışma-seçim) yerine, kayıtsız şartsız itaât anlamını içeren 'Biât'usülünü getirmiştir. Halife Yezid ve II. Muâviye dönemlerinde 'Hilafetin Saltanata evrilmesi iyice pekişmiştir.