Aşûrâ günü ve Kerbelâ olayının düşündürdükleri -10-
Aşûrâ günü ve Kerbelâ olayının düşündürdükleri -10-
PROF. DR. YUSUF ÖZERTÜRK
KERBELA'NIN HATIRLATTIKLARI VE ÇIKARILACAK DERSLER
MUÂVİYE HİLAFETİ SALTANATA EVİRDİ *Hz. Osman'ın(r. a) katledilmesinden sonra Hz. Ali (r. a) halife seçilmiş ve Şam valisi Muâviye, Hz. Ali'ye biât etmeyip isyan etmişti. Hz. Ali'nin müteaddit defa Muâviye'ye yaptığı itaât tekliflerinin sonuçsuz kalması üzerine Hz. Ali savaşmak zorunda kalmıştı. 657'de yapılan Sıffın savaşında Muâviye'nin ordusu yenilme durumuna gelince, Muâviye ve yardımcısı Amr bin el Âs hileye başvurarak, iktidar uğruna kutsalı kullanmaktan çekinmediler. Askerlerin mızrakları ucuna Mushaf-ı şerifleri (Kur'ân nüshaları) taktırarak, Hz. Ali ordusuna dönüp Kur'ân'a karşı mı savaşacaksınız Diye algı operasyonu yaptılar. Ve 'Hakem olayı' hilesi sonucu olarak da, Muâviye hem yenilgiden kurtuldu, hem de kendi halifeliğini Şam bölgesinde kabul ettirdi. Babasının öldürülmesinden sonra Halife olan Hz. Hasan, Muâviye ile savaşmayıp, Muâviye'ye bazı şartlar ileri sürerek sulh yolunu tuttu ve Muâviye'ye biât etti. Muâviye Hz. Hasan'ın ileri sürdüğü bütün şartları kabul etti. Bu şartlardan biri de, Muâviye'den sonra halife tayinle değil, seçimle gelecekti. Böylece Muâviye'nin önünde halifeliği için bir engel kalmamıştı. Muâviye m. 661 yılında sülalesinin ismiyle anılan Ümeyye oğulları devletini, yani 90 yıl hüküm sürecek olan Emevî devletini kurmuş oldu.
*Muâviye, Hz. Ali'ye biât etmemesini başlangıçta, yakın akrabası Hz. Osman(r. a)'ın kanını dava etmesi olarak gösterdi. Yani hilafet meselesinde ileri sürdüğü argüman 'akrabalık, kabilecilik' anlayışına dayanıyordu. Halifenin Kureyş'ten (Muâviye'nin kabilesi) olma şartı, hem İslâm'ın, liyakât-ehliyet, eşitlik anlayışına zıttı, hem de İslâm, kabileciliği-ırkçılığı reddetmişti. Nitekim Hz. Ömer(r.a)'in, 'Huzeyfe'nin azatlısı Sâlim sağ olsaydı, onu yerime bırakırdım' demesi, halife olmak için mutlaka Kureyş kabilesinden olma şartını geçersiz kılmaktadır. Zira Sâlim Kureyş kabilesinden değildi.
*Hulefâ-yi Râşidîn'e 'Halifetü Resûlillah' (Hz. Resûlillah'ın halifesi), veya 'Emirü'l-Mü'minin' (mü'minlerin emiri) denilmesine rağmen, Muâviye kendisine 'Halifetullah'(Allah'ın halifesi) dedirtti. Yani Muâviye, 'Allah'ın halifesi' unvanını almakla, Hz. Peygamber'in vazifesini deruhte etmiş oluyor ve böylece hilafetini kuvvetlendirmiş oluyordu. Bu durum yeni bir devreye evrildi.
*Hz. Peygamber(sav) sağlığında bir veliaht tayin etmemişken, ilk dört halife de seçimle gelmişken, Muâviye, hilafeti, istişare, seçim yoluyla değil, siyasi ve askeri mücadeleler sonucunda elde etti. Muâviye, Hz. Hasan'la yaptığı anlaşmaya da uymamış ve sağlığında oğlu Yezid'i veliaht olarak ilan etmişti. Halbuki, Hz. Hasan'la yaptığı anlaşma da, halife seçimi tıpkı Hulefâ-yi Râşidîn'in tatbikatında olduğu gibi 'seçimle, Şurâ kararıyla olacaktı. 'Muâviye, Hilafet (devlet başkanlığı) sisteminin esasını temelden değiştirdi ve Hilafeti Saltanat'a evirdi. Yani halife, (devlet başkanı) 'ehlü'l hâl ve'l-akd'(ümmetin alimlerinin, ihtisas erbabı) tarafından değil, mevcut halifenin atamasıyla, veraset yoluyla, babadan oğula tayin yoluyla devlet başkanı olacaktı. Muâviye böylece İslâm'ın esas aldığı Şurâ (danışma-seçim) yerine, kayıtsız şartsız itaât anlamını içeren 'Biât' usülünü getirmiştir. Halife Yezid ve II. Muâviye dönemlerinde 'Hilafetin Saltanata evrilmesi iyice pekişmiştir.