Tarihin gölgesindeki vesika şiirler

Târih ibretlik olaylarla doludur; ders de alınmaz, tekerrür de eder. Hatâlardan dolayı vazgeçilseydi büyük devletler de kurulmazdı.

Hiçbir şey tesâdüf değildir. Bütün olaylar bir aslî sebebe ve onun neticesine bağlıdır. Bu sebepler de büyük devletlerin altyapılarında çok açık görülmektedir.

Hiçbir devlet nev-zuhûr (yeni çıkma) değildir; doğum sancıları ve şartları çok çetindir.

Yüzyıllar sonra Osmanlının târihini yazanlar, özellikle yabancı yazarlar ve yabancılaşmış yerli yazarlar, savaşları, barışları, hezimetleri masabaşı mesâisi ile kaleme aldılar. Bu yazarlar için târih yaşanmış olaylardan arta kalan bir serüvendi ve o serüvenler bu yazarların malzemeleriydi. Acı, ıstırap, felâket, göçler, esâret, katliâmlar kelimelerle anlatılamaz ki... Târih yazarlığı işte bunların tâ içinde olması gereken bir türdür. Târih bir hikâye değil, bir senaryo da değildir.

VAK'ANÜVİSLİK

Büyük devlet her şeyi ciddiyetle yapan, sâde savaşları değil, bütün devlet olaylarını tarafsızca yazdıran bir kuruluştur. Her ne kadar monark idârelerde hiçbir şey tam tarafsız olamasa da en azından savaşlara âit anekdotlar bütün milleti ilgilendirdiği için objektifliği ve târihe uygunluğu bir hayli fazladır.

Osmanlı sarayı, mâliye, askerî teşkîlât, saray dışı olaylar, çarşı-pazar, rüşvet, hukuk, yargılamalar, isyanlar, hastalıklar, tabîî âfetler ve yangınlar hep vak'anüvislerin işidir.

Osmanlıda başlangıçta bu târih yazıcılığı yoktu; yâni resmen yoktu. Vak'anüvislik başlı başına bir konu olduğu için onu ayrıca ele alacağız. Fakat bu mühim meslek amatörce de olsa şiirlerle ve bâzı yazılarla başlamış kabûl edilir. Özellikle ordu içindeki halk şâirleri tarafından irticâlen (doğaçlama) meydana getirilen destân-şiirlerle târih yazıcılığı (anlatımı) sözlü olarak başlamıştır.

KARACA OĞLAN (KARAC'OĞLAN)

İşte bu halk şâirimizin "Nemçe Destânı" bunlardan biridir. Bu destan I. Ahmed döneminde 11 sene (1593-1606) süren savaşa âittir. Karaca Oğlan bir vak'anüvis değildir. Okur-yazar olup olmadığı da bilinmiyor. Bu şiirde savaştaki asker sayısı, ordudaki değişik kimlikli Osmanlı tebaası olan milletler hakkında da bilgi vardır. Özellikle asker sayıları mübalağalıdır. İşte o şiir:

"Hâzır ol vaktine Nemçe kralı Yer götürmez asker ile geliyor. Patriklerin inmiş tahttan diyorlar Bir Halîfe kalmış o da geliyor.

Yetmiş bin var siyah postal giyecek Seksen bin var Allâh Allâh diyecek Doksan bin var tatlı cana kıyacak Yüz bini de Tatar Han'dan geliyor.

Gelen Ahmed Paşa'm kendidür kendi Altmış bin dalkılıç küsürü cündî Kaçma kâfir kaçma ölümün şimdi Hacı Bektaş Velî kalkmış geliyor.

Şevketli Efendi'm, Sultân'm vezîr Altmış bin kılıçlı yanında hazır Deryâlar yüzünde boz atlı Hızır Benli Boz'a binmiş o da geliyor.

Karac'oğlan der ki burda durulmaz Güler yüze tatlı söze doyulmaz Gökteki yıldızdan çoktur sayılmaz Yedi iklim dört köşeden geliyor.

KAYIKÇI KUL MUSTAFA

Yine bu halk şâirlerinden biri de Kayıkçı Kul Mustafa'dır. Onun söylediği Genç Osman Destânı, Sultan IV. Murâd'ın Bağdâd Seferi'ne âittir.

Kayıkçı Kul Mustafa, Cezâir'den Bağdâd'a kadar çeşitli beldeleri dolaşmış, savaşlara katılmış, yenilgilere, şehitlere ağıtlar düzmüş bir yeniçeridir. Abaza Hasan Paşa Ayaklanması'ndan yâni 1659'dan sonra doğduğu sanılıyor. İlk gençlik yıllarında Murâd Reis'in levendi olarak Cezâir'de bulunduğu için kendisine "Kayıkçı" denmiştir. Sultan II. Osmân'ın şehîd edilmesi (1622), IV. Murâd Han'ın Bağdâd Kuşatması (1630) ve Halep Vâlîsi Abaza Hasan Paşa'nın İsyânı'nı (1658) şiirlerine konu yapmıştır.

İşte onun Genç Osman Destânı:

"Genc'osman dediğin bir küçük uşak Beline bağlamış ibrişim kuşak Askerin içinde birinci uşak Allâh Allâh deyip geçer Genc'osman

Sultan Murâd eydür (der ki) gelsün göreyim Nice kahramandır ben de bileyim Vezirlik isterse üç tuğ vereyim Kılıcından al kan saçtı Genc'osman

Bağdâd'ın kapısın Genc'osman açtı Düşmânın cümlesi önünden kaçtı Kelle koltuğunda üç gün savaştı Şehitlere serdâr oldu Genc'osman."

Şüphesiz bunlar destan olduğu için târihî gerçekleri tam yansıtmaz, ama Türklerde Sakalardan, Oğuz Kağan'dan gelen destanlarla târihin derinliklerine inebiliyoruz. Türeyiş, Göç, Ergenekon veyâ sonra her biri ayrı Türk boylarının destanlarıyla birçok hakîkate de ulaşabiliyoruz. Çünkü destanlarda coğrafya var; özel isimler var. Bunlar gerçeklere ışık tutuyorlar. Buna rağmen resmî târih yazıcılığı 17. yy'a kadar gecikmiştir.

DÎVÂN EDEBİYÂTI VE TÂRİH

Dîvân edebiyâtımız çok değişik yönleriyle târihe de ışık tutar. Zaferler, cülûslar, düğünler, isyanlar, savaşlar çoğu zaman kasidelerin medhiyyelerinde de olsa gerçekleri kısmen dile getirir. Bu medhiyyelerde pâdişâha, sadrıa'zama, paşalara, savaş veyâ maslahatlarıyla ilgili bölümlerde târihle yollarının kesiştiğini görürüz. Bunlardan bâzı örneklerle konuya açıklık getirelim:

Şâir Nev'î'nin Kânûnî Sultan Süleymân'a bir kasîde; Sultan II. Selîm'e bir kasîde; III. Murâd'a 8 kasîde, 3 kıt'a, bir tercî'-i bend; III. Mehmed'e 5 kasîde, 1 terkîb-i bend yazmıştır.

Meselâ Taşlıcalı Yahyâ Bey, Şah İsmâîl ordusunun Osmanlının top ve tüfek kullanması karşısında nasıl şaşırdıklarını ve acze düştüklerini anlatmaktadır:

"Nice can kurtara düşmanlar misâl-i ra'd u berk Leşkerinde her tüfeng ü top oldu kazâ-yı âsümân" (Düşman gökten şimşek ve büyük bir gürültüyle inen top ve tüfekten canını nasıl kurtaracak.)

Yine aynı şâirin 7. kasîdesinde 1548 yılında başlayan II. IrâkeynSeferi dolayısıyla Kânûnî'ye sunduğu kasîdede: "Bu savaş Safevîlerin eline geçen toprakları almak için yapılmıştır" der.

1736'ya kadar hüküm süren Safevî Devleti esâsında bir Türk hânedânı idi. Âzerbaycân'ın şâh âilesinin anavatanı olması dolayısıyla Türkçenin Azerbaycân şivesi, hükümdarların yüksek idârecilerin ve sarayın, en nihâyet Kızılbaş askerî komutanlarının konuşma dili idi. Safevîler modern Îrân târihinin başlangıcı olarak kabûl edilir. Îrân, târihindeki en önemli hânedanlıklardan biri olan bu Safevîler tarafından yönetilmiş devlettir. Îrân; Âzerbaycân, Ermenistan, Irâk, Afganistan, Türkmenistan