Osmanlı Türkü'neyön vermeye çalışanlar

Bizde aslî Batı tarzı romancılıkServet-i Fünûn'labaşladı, cumhûriyetle rayına oturdu. Başlangıçta roman ve hikâyelerimizde görülen abartılı mekân ve şahıs tasvirleri, giderek normal boyutlara ulaştı.

Tanzîmât ve Servet-i Fünûn romanlarında Batılılaşma özlemi hissedilirken aşırı ve yıkıcı bir fikir çıkmazı yaşanmaz.

Osmanlı romancıları "Sefiller"le tanışınca bu janra daha başka bir gözle bakmaya başlamışlardır.

Osmanlı aydını kimdir Genelde medrese eğitimi almış, târih ve edebiyâtı bilen, Arapça ve Farsçaya hâkim, 19. asırla Batı'daki olayları tahlîl eden, bu kültüre tenkitçi bir yorum yapan, Batı'yı mutlak etkileyen felsefeyi çok iyi araştırmış, bunun yanında onun reddiye âbidesi olanİmâm Gazâlî hazretlerinin "Tehâfütü'l-felâsife"sini de içine sindirmiş, yine bu muazzam İmâmın "El Munkızu mine'd-dalâl" eserini ders umdesi yapmış, katıksız Sünnî tasavvufunun büyük rehberi İmâm Rabbânî Ahmed Fârûk-ı Serhendîhazretlerini ehillerinden tedrîs etmiş, "Kaamûsu'l-a'lâm"gibi asrın mükemmel ansiklopedik eserini derk eylemiş, Lâtin alfabesini çok iyi bilen, o asrın en geçerli Batı dili olan Fransızcayı da iyi derecede konuşabilen ve yazan insandır.

Bu vasıfları kazanan insan ciddî bir bilim adamı seviyesini de ihrâz etmiş (kazanmış) demektir; ciddî eserleri okuyabilen insandır. Dünyâya bîgâne kalmayan bu insanlar,Dogmatiklerden başlayarakSokrates'i, Platon'u, Aristo'yu, Descartes'i iyi bilen ama Bergson sezgiciliğini de İmâm Gazâlî'den aldığını anlayanlardandı.

Bu münevverler MÖ. 6. ve 7. asırlarda yaşayan kozmografya ve matematik filozoflarıAnaksimenes, AnaksimandrosveTahales'in fikirlerini anlayıp tartışabilen, fakat yaratılış hâdisesini bu filozofların teorilerine değil de"O inkâr edenler görmüyorlar mı ki göklerle yer birbiriyle bitişik iken biz onları ayırdık. Her şeyi sudan yarattık." (Enbiyâ Sûre-i celîlesi 30. Âyet-i kerîme) diyen yüce mesajı öğrenmişlerdi. Şüphesiz bu kozmik hadise, ilk peygamber Hazreti Âdem ve diğer Peygamberân-ı izâm efendilerimize de bildirilmiştir.

CİDDÎ BİLİMDEN OYUN VE EĞLENCEYE DALMA

Yine yüce kitâbımızın "Dünyâ oyun ve eğlenceden ibârettir"(En'am 32)âyetine ayak uyduran çöküş devri insanları, âyetin yalnız bu tarafını alıp "Ama âhiret hayâtı sizin için daha hayırlıdır" kısmını unutmuşlardır. Bu unutma Tanzîmât-ı Hayriyye Fermânı ile başlamıştır.

Oyun-oyuncak evvelâ tiyatrolar, Direklerarası kantolar, sonra romanlar ve hikâyelerle yaygınlaştı. O ciddî insanların kalıntıları hayalhânelerindeki sanal kahramanlarını rûh ikizleri yaparak onlarla yaşamaya başladılar.

Tiyatroya herkes ulaşamıyordu; hem de pahalıydı. Dekordu, kostümdü, mekândı ve kadın aktris yerine zenne Ermenilerin oynatılması sebebiyle insanlar romana yönleniyordu. Gazete zâten yaygınlaşmaya başlamıştı; dolayısıyla tefrika, roman okuyucuları ile daha kolay buluşuyordu.

ROMAN SERÜVENİ

Roman bilimsel bir tür değildir. Özellikle Fransız romancılığında realizme yönelmeyle ve halkın mes'eleleriyle ilgili abartılı serüvenlerle topluma açılmaya çalışılmıştır. "Flaubert"le başlayan akım, şehir hayâli sapkını kadınların "Bovarizm" etkisini dile getirmiştir.

Bizde de Avrupa etkisiyle "Taaşşuk-ı Tal'at ve Fitnat"(Tal'at ve Fitnat'ın aşkı,Şemseddin Sâmî) romanıyla hayâtımıza girer. Aslında Şemseddin Sâmî Bey büyük bir bilim adamıdır. Lügatçidir. Onun da roman yazması bu akımın o zamanlarda ne kadar câzip olduğunu göstermektedir.

Ahmed Midhat Efendide roman sahasına hızlı bir giriş yapar. "Ağır âbi" edâsıyla ve Tahtakale esnafı ağzıyla veyâ mahalle kahvesi müdâvimi biri gibi konuşmalar onu "halkın muallimi" pâyesine ulaştırır. Onun romanları mûnis ve rejimle dalaşma niyetinde olmayan türdendir. O zaman okuyucularını bayağı heyecanlandıran türden eserlerdir. Tabîî ki bunlara da roman denirse Evinden (Beykoz'dan) çalıştığı kumpanyaya gidene kadar vapurda tasarlayıp başladığı romanını çok çabuk bitirmesi de ayrı bir hâdisedir. Her ne olursa olsun onun romanları her kesim halk tarafından da okunmuştur.

Osmanlı romancıları "Sefiller"le tanışınca bu janra (tarz) daha başka bir gözle bakmaya başlamışlardır. ÖzellikleNamık Kemal'in "İntibah Mukaddimesi"ndeki "Sefiller" övgüsü Fransız romanına merâkı daha da artırmıştır.

Fakat haksızlık etmeyelim. Gittikçe küçük ve hasbî tarafı az bir yığın hesapta kalmış görünmesine rağmen bu eser (A. Midhat'inFelâtun Beyle Râkım Efendi'si) hayatta tahmîn edilebileceğinden fazla iş görmüştür. O ehemmiyetimiz de her şeyden evvel büyük kitlenin hiç tanımadığı bir mekanizmayı oynatır: Okuma Hiç okumayanın okumaya alışması. (Tercümân-ı Hakîkat'teneşrettiği makalelerinden teşekkül eden "Musâhabât-ı Leyliye"lerinin adı "okuma zevkı"dir.(İstanbul 1301)

İlk matbaasını açmakla da Bâb-ı Âlî'yi halkın malı eden de Ahmed Midhat Efendi'dir.(Prof. Ahmet Hamdi Tanpınar, 19. Asır Türk Edebiyâtı Târihi, s.449, Çağlayan Kitabevi, İstanbul 1967)

MEVLİD ENERJİSİ

İşte böyle bir tereddî (çöküş) En ilmî kitapları okuyan dedelerden, romanlarla okuduğunu sanan torunlara.

Pekiyi, Osmanlı münevverleri dışında toplum hiç kitap okumaz mıydı Tabîî ki okurlardı. Halkın en çok okuduğu kitaplar "Battal Gâzî Destânı", "Kesikbaş Destânı", "Hayber Kal'ası Cengi";tabanın rağbet ettiği kitaplar ise "Envârü'l-âşıkîn", "Muhammediyye"ve tabîî ki"Mevlid"metinleriydi. Bunlar hem evlerde hem köy odalarında hem de köy kahvelerinde okunurdu.

Bunlar arasında "Mevlid"e ayrı bir parantez açmak gerekir. Bir nevi siyer olan bu eser 1422'den beri Türk halkının her kesiminde en çok okunan mesnevîdir. Hazreti Peygamber Efendimizin hayâtını en hissî en mükemmel mısrâlarla anlatan bu eser,Türklerde Efendimizin sevgisinin ne kadar yüksek ve ulaşılmaz olduğunu gösteren bir mesnevîdir. Mevlid, doğumlarda, ölümlerde, bayramlarda, asker uğurlama ve asker karşılamalarında, bugün giderek me'zûniyet törenlerinde, kutsal gün ve gecelerde en çok okunan bir metin olmuştur. Birçok İslâm ülkesinde türlü na'atler, siyer-i nebîler olmasına rağmen sâde bir dille yazılanSüleyman Çelebi'nin bu eseri aslında Türk'ün her ferdinde hem en çok okunan ve ezberlenen metin olmuştur.

Yıllarca komünist idârelerde dînî duygulardan arındırılan Orta Asya Türk dünyâsında din unutulmadıysa bunun üç sebebi vardır:Gizlice ve hiç vazgeçilmeyen çocukları sünnet ettirme, büyük küçük herkesin birbirine mutlakâ "selâmün aleyküm" diye selâm vermeleri ve kıt imkânlarını birleştirip kazanlar kaynatarak ulvî bir hava içinde yapılan "Mevlid" törenleridir.

ROMAN YAYGINLAŞIYOR

Batı romanları yaygınlaşınca bizde de yeni romanlar hızla çoğalmaya başladı. Başlangıçta romanlarımız törelere, ahlâka, dînî duygulara uygun olmasa da istihfâf (hafife alma) ve dîne alenî ters düşme yaşanmazdı. Toplum hâlâ bunlara karşı hassastı. Bâzı roman adları bile rejim aleyhtârı gibi algılandığı vakit adı değiştirilirdi.Nâmık Kemâl'in "İntibâh"romanında olduğu gibi.

Bizde aslî Batı tarzı romancılıkServet-i Fünûn'labaşladı, cumhûriyetle rayına oturdu. Başlangıçta roman ve hikâyelerimizde görülen abartılı mekân ve şahıs tasvirleri, giderek normal boyutlara ulaştı.

Yazıdaki amacımız roman ve hikâye türlerini incelemek değil, bunların toplumumuza nasıl yön vermeye çalışmalarıdır.

İstiklâl Harbi, millî hayâtımızda iz bırakan olaylardan olmasından dolayı romanlarımıza da konu olmuştur. Bâzıları ateşkesten sonraki işgal dönemiyle de ilgili romanlardır. Bunlar "Ateşten Gömlek", "Vurun Kahpeye" (Hâlide Edip, 1929) "Halas" (Mehmed Rauf, 1927), "Dikmen Yıldızı" (Aka Gündüz, 1932), "Yaban", "Ankara" (Yakup Kadri), "Üç İstanbul" (Peyâmî Safâ)vb.

Yâkup Kadri'nin "Yaban" romanı aydın bir subayın sakatlanmasıyla bir askerinin köyüne sığınması sırasında geçen serüveni işler. Harp yıllarının mahrûmiyeti, köy hayâtının bir şehirliye nasıl çekilmez bir mekân olduğu, köylerin âdetleri ve uygulamalarıyla asrın çok gerisinde oluşu, hemen her şeyiyle yazar tarafından ağır tenkitlere mâruz kalan zavallı köy halkı Roman, yazara göre realist ama aslen romantik bir eserdir; dramatik demek belki de daha yerinde olacaktır!

Cumhûriyet döneminden evvel dikkat çeken bâzı romanlarda Batılılaşma garâbeti görülür.Recâizâde'nin "Araba Sevdâsı" bunlardan biridir. Realist ve komedi karışımı bir anlatımdır. Aslında toplumsal bir tenkittir.

Tanzîmât ve Servet-i Fünûn romanlarında Batılılaşma özlemi hissedilirken aşırı ve yıkıcı bir fikir çıkmazı yaşanmaz.

Sonrasında inkılâpların öne çıkardığı yeni sistem ve hayat tarzı hemen Türk romanına yansımıştır.