Filistin meselesi Ortadoğu'nun kronik bir yarası olmaktan öteye geçerek küresel bir insanlık sorununa dönüştü. En azından 2023 Ekim'ine kadar Ortadoğu ile sınırlandırılmış bir problem olmaktan çıktı ve meselenin bu hale gelmesinde İsrail'in "güçlü" görünen fakat sonuçları itibarıyla orta vadede İsrail'in aleyhine dönecek politikaları sebep oldu.
Ortadoğu ve giderek müslüman toplumların siyaseten oturmamış yapıları, yine savaşlar, çatışmalar, sınır ve demografik değişimler müslümanların etkisizleş(tiril)mesinde önemli unsurlar. Dolayısıyla çoktan bir insanlık dramına dönüşmüş olan Filistin'in bu hale gelmesi söz konusu olmazdı.
Ortada bazı gerçek(lik)ler var. İsrail'le ilgili algılar onun her bakımdan güçlü olduğu yolunda. Sadece finans açısından değil her bakımdan bu gücünü gösterdiği düşünülmektedir. Amerika başta olmak üzere Avrupa ülkelerinde de bu gücünü sürdürüyor denilebilir. Zira sıradan bir ülkenin bu yaptıklarına Avrupa ülkeleri bu kadar sessiz kalamaz.
Fakat bundan öte "Siyonizm" şeklinde nitelendirilen ve Yahudiliğin çok ötesinde İsrail politikalarını küresel ölçekte sistemleştiren ve bir ağ haline getiren yapıdan bahsetmekteyiz. Büyük oranda ülkeler insan hakları bakımından harekete geçeceklerinde bu sistematik yapının haricinde hareket edemiyorlar.
İngiltere, Almanya, Fransa gibi Avrupa'nın önde gelen ülkelerinin İsrail'den rahatsız olmamaları mümkün değil. Ancak dünya sisteminin yapısı ve bu arada oluşan güç dengeleri İsrail'e göz yumulmasını sonuçlamaktadır. Tam da bu sebeple sadece müslümanların değil tüm insanlığın yaşadıkları sorunların (fakirlik, gelir dağılımı adaletsizliği, şiddet, savaş vb.) siyonizmle bağlantılı olarak dünya sistemi olduğunu bilmeleri gerekir. Sıklıkla tikel sorunları nasıl halledeceğimiz değil de, problemlerin kaynaklandığı yerlere doğru bakmaya çalışmamız buradan kaynaklanmaktadır. İnsanlar palyatif çözüm önerileri meseleleri halledebileceklerini düşünmektedirler. Halbuki Filistin meselesi küresel sistemden bağımsız bir durum değildir.
Bu arada parantez içinde belirtmeliyiz ki, müslümanların özelde varlık, bilgi, değerler üzerinden kendi paradigmalarını inşa etmeleri, gereksiz tartışmaları bir kenara bırakarak üniversite ve entelektüaliteye önem vermeleri sorunların çözümünde "düşünsel" boyutun niçin ön açması gerektiği üzerine yeniden düşünmek gerekir. Müslüman toplumlara genel olarak bakıldığında pragmatizmin belirleyiciliği ve entelektüalitenin ortalamanın altına doğru gidişatı geleceğe yönelik bu konuda iyi işaretler vermemektedir.