Yaşanan hayatta dinden ideolojiye, eşyadan varlıklara kadar her şey insanla hayat ve dinamiklik kazanır. Aksi halde yaşam bir mekanizme dönüşür ve ruhunu kaybeder. Söz gelimi; aslında "İslam" diye adlandırılan bütün de insanla birlikte hayat bulur ve ete kemiğe bürünür.
Böyle bir girişi yapmamızın temel sebebi; birçok müslümanın söylemlerinde İslam denilen şeyin "emirler" ve "yasaklar" çerçevesine indirgemiş olmasıdır. Öyle ki, eline "tekfir" aracını alanlar çok rahatlıkla bu emirler ve yasaklar üzerinden diğerlerine "ayar" vermeye kalkmaktadırlar. Buradaki temel sorun ise, içinden insanı çekince emirler-yasaklar kadar İslamın kendisinin de mekanik bir varlık haline gelmesidir. Şunu özellikle ifade etmeliyim; müslüman toplumlarda islam, giderek insansız bir form haline dönüşmektedir. İslam'ın her şeyi önemli olduğu kadar emirler ve yasakları tabii ki önemlidir. Fakat insan İslam'ı yaşatacak olan ruhun kendisidir.
Müslümanlar görebildiğim kadarıyla "insani tecrübe"den korkuyorlar. İnsani tecrübe ile elde edilen şeyleri veya insanın eşya ve tabiata dair deneyimlerini son kertede "bozucu" etkileri ile ele almakta ve bu tecrübeleri tartışmak istememektedirler. Fıkhı da bu deneyimlerin tartışılmasını engellemek üzere işlevselleştirmektedirler. Bu bağlamda fıkıh müslümanların kendi içine kapanmalarına yol açan bir güvenlik sistemine dönüşmektedir.
Fıkıh Usulü Kur'an ve Sünnet gibi temel çerçeveleri öne yerleştirmekle birlikte kıyasa geniş yer ayırmakta; takiben örf, istihsan, istishab, Medinelilerin ameli gibi ögeleri kabul etmekle aslında yerleşmiş insan tecrübelerine ve uzun vadede "maruf"a yer açmaktadır. "Maruf" insanlar tarafından "iyi" olarak kabul edilen insani tecrübelerdir.
Bugünkü fıkıhla ilgili şu tespitleri sunmak mümkündür. Birincisi, "fıkıh" müslümanlar tarafından monist bir tarzda formülleştirilen kurallar bütünü gibi algılanmaktadır. Halbuki fıkıh bölgesel farklılıkları da kapsayan ve çeşitlilik barındıran ictihadlar ve fetvalardan oluşmaktadır. İkincisi, müslümanlar henüz post/modern dünyanın fıkhını üretmemişlerdir. Zira içeriklere bakıldığında pre-modern bir dünyanın yapı ve ilişkileri ile "bugün"ü kurmaya çalışmaktadırlar. Diğer yandan henüz post/modern dünyanın kavramlarını gündelik hayatlarında tecrübe etmemişlerdir. Din adına edebiyatı yapılan tecrübenin patenti ise Batı'ya aittir. Dolayısıyla fıkıh adına yapılan "an"ı kurtarmak üzere bir "uygun"luk işlemidir. Üçüncüsü, fıkıh bir mekanizma olarak devrededir; maalesef içinde insan görünmemektedir.