Alev Alatlı Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri töreninde yaptığı konuşmada yasal olanın helal olamayabileceği, dolayısıyla asıl problemin yasal olanın aynı zamanda helal olabilme imkânını üretmek olduğunun altını çizmişti: "Çünkü her yasal hak helal değildir ve olamaz!". Ahlâki olan zaten helaldir. Ve örnekler veriyordu yaşamda karşılaşılan bu açmazlarla ilgili. Örneğin, eski mahallelerde yaşamış olan o dayanışma duygusuna atıfla gelinen noktayı anlatıyordu: "Keza iflas eden kardeşinizin haraç maraç satışa çıkarılan evini satın almanız yasal hakkınız olabilir ama helal değildir."
Aslında bu, değerlerin nasıl dönüştüğünün çok çarpıcı bir örneği. Mahallede bir komşu esnaf maddi sıkıntı yaşadığında, o yoğun ilişkiler ağında mahalle bundan mutlaka haberdar olur ve komşusunun bu sıkıntısını çözebilmek için bir araya gelir ve çözüm üretilirdi. Sıkıntılı komşunun bu durumundan dolayı acil satışa çıkardığı malların piyasa koşulları nedeniyle düşen fiyatı fırsat olarak görülmezdi. Çünkü bu bireyin lehine olsa da ahlâka mugayirdi. "Komşusu açken kendisi tok yatan bizden değildir" düsturu bir söz olarak değil, davranışlarda hala yaşıyordu.
Alatlı yeni ekonominin dinamiklerinde de bu bağlamda çelişkilere dikkat çeker: "Keza raf ömrünü uzatmak için ekmeğin içine kanserojen madde koyan fırıncı yaptığı formülü ambalajın üzerine koyduğu için yasaldır, dolayısıyla suçsuzdur ama yaptığı iş helal değildir."
Bir diğer örnekte sıklıkla karşılaşılan imar durumlarına atıf yapar Alatlı: "İmar ruhsatı olan bir müteahhit şehrin ufkuna tecavüz ederken yasal olarak suçsuzdur ama yaptığı iş helal değildir." Kadim değerlerde dünyada yapılan her müdahale diğerini göz önünde bulundurur. Eski mahallelere baktığımızda komşunun sokağı görme açısını engellememek için geometrinin tüm imkânlarının kullanıldığını görürüz. Bu, diğerine saygının bir göstergesidir. Aslında diğeri de yoktur. Diğeri bizizdir. Dolayısıyla imar ile tecavüz ettiğimiz de nihayetinde bizim hakkımız ile ilgilidir. Kısacası bu şekilde kaybeden diğeri değil bizizdir!
Turgut Cansever de bundan yaklaşık 30 sene önce bu durumla ilgili uyarısını yapmıştı: "Karşılıklı haklar yerine, güzel bir dünyanın inşasına katılmak yerine, şehir altyapısından daha çok yararlanma imkânı veren yoğun yerleşmeleri gerçekleştirmek, daha çok maddi kazanç elde etmek yolu açılarak şehirlerimiz bir taraftan tam bir gayrimeşru kazanç için bir savaş, ölüm ve kirlilik alanına dönüştürülürken, diğer taraftan da toplumumuz tam bir ahlâki çöküntüye sürüklenmiş oluyor."(Ev ve Şehir, İnsan Yayınları, 1994, Sh.10). Aslında Cansever, kitabın başlangıcında yer alan 1993 tarihli 'Ülke ölçeğinde İstanbul'u planlamak' başlıklı makalesinin ilk sayfasında bu ayrımı ortadan kaldırmanın yolunu da önermiştir: "Hukuki yapı ile ahlaki her türlü yozlaştırıcı-spekülatif etkenin vücut bulmasının imkansızlaştırılması". Diğerine saygı göstermeyen ve sadece daha çok kazanmayı merkeze alan şehir yapılaşmaları, tek başına ekonomik kazancı artırmakla kalmıyor, ayrıca ahlâkın çöküşünü de hızlandırıyor.
Aleksandr Soljenitsin de 1978 yılında Harvard Üniversitesi diploma töreninde benzer uyarıyı yapmaktadır: "Bir kişi yasal açıdan haklı olsun yeter, başka bir şey gerekmez, hiç kimse buna rağmen tamamen haklı olmayabileceğini söyleyemez ve kişinin kendini kontrol altına alıp bu haklardan feragat etmesi gerektiğini savunamaz, özveride bulunmayı ve kendini düşünmeden risk almayı talep edemez: Bu kesinlikle büyük bir saçmalık olur. Kendi kendini gönüllü olarak kontrol etmek neredeyse hiç duyulmamış bir şeydir: Herkes yasal çerçeveyi sonuna kadar zorlamaya bakar." (Aktaran Deneen, Liberalizm neden çöktü. VakıfBank Kültür Yayınları, 2022, sh.119)
Alatlı'nın sözleri farklı değerlerin hala hayata tutunmak için çarpıştığı bu toprakların uzun süreden beri çektiği acının çarpıcı bir ifadesidir. Tanzimat'tan beri insanımızın bir çıkış da bulamadığı dramının hikâyesidir bu. İşin içinden de henüz çıkılamamıştır. Bir başka deyişle mevcut hâlin dayalı olduğu yeni değerlerle ahlâkın süregiden çatışmasıdır şahit olduklarımız.
Bu topraklar bir zamanlar kârına veya zararına bakmaksızın ahlâki duruş ve davranışların çok yaygın olduğu hayat örnekleri ile dolu bir gönül coğrafyasıydı. Ve hesaplar, kitaplar ve yolculuk buraya değil, O'na doğruydu. Sorun, bu dilin yok olması ve yeni, farklı bir dile dayalı davranışların bizim topraklarımızda hayatiyet bulmasıyla çelişkilerin ortaya çıkması ve ahlâkın davranış olarak yani hal olarak giderek yaşamda yer bulamaz olmasındadır. Çünkü ahlâk bir bilgi değildir, hâldir. Hâli, rant belirlerse ahlak nereye düşer 3-5 katlı bir mahallenin önüne yasal süreçleri tamamlayarak 50 katlı bir yapı dikebilirsiniz, ancak o yapının temeline gömdüğünüz ahlâk olur. Bu şekilde ahlâka mugâyir hallerin, davranışların yaygınlaştığı bir şehir ikliminde müfredat neye karşılık gelir ve nereye yetişebilir
Ekonomide ve işgücü piyasasında tüm dinamikler ihtiyaçtan daha fazla üretimi en düşük maliyetle gerçekleştirme ve iletişim stratejileri ile tüketiciye tükettirmenin yıkıcı rekabeti üzerine kurulu olduğuna göre bu durumda ne yapılabilecektir Dahası ihtiyaç olmayanın bile ihtiyaç olarak dayatılıp tükettirilmeye çalışıldığı bir dünyada yalnızlaştırılmış birey nasıl ve neye göre davranacaktır Neye tutunacaktır Üretici ve tüketicinin davranışlarını belirleyen değerler dünyası zaten baskın bir şekilde küresel olarak şekillendirilmeye devam ederken ve her geçen gün yayıldığı sathın derinliklerine inmiş ve kök salmışken böyle bir dünyada hem yaşayıp hem de farklı değerlere göre davranışta bulunabilmek ne meydan okuyucu bir durumdur!
Hal böyleyken, yapay zekânın yaygınlaşması ile bu imkânın çok daha zayıflayacağı, tam tersine helal olmayan davranışların daha fazla yaygınlaşacağı görülmektedir. Örneğin, bu bağlamda yeni bir çalışma yapay zekanın karar almada insan yerine ikame edildikçe kârı maksimum yapmak için ahlaka mugayir de olsa her türlü imkanı değerlendir(ebil)diğini gösteriyor (Köbis vd., Delegation to artificial intelligence can increase dishonest behaviour, Nature, 2025, https://doi.org/10.1038/s41586-025-09505-x). Söz konusu araştırmada, kararlarda makineyi vekâlet olarak atamanın hem asıl kişi hem de aracı tarafında ahlaki maliyeti düşürerek dürüst olmayan davranışları nasıl artırabileceği ele alınıyor. Yukarda da değindiğimiz gibi, yasal olsa da insanları karar almada etkileyen ahlaki kaygılar, kararlar makineye devredildiğinde ortadan kalkmakta, kararlar algoritmaların insaflarına –ki yoklar-bırakılmakta ve nihayetinde yazarların da işaret ettikleri gibi hile yapma olasılığı artmaktadır. Bilimsel makalelere yapay zekânın katkısı ile ilgili tartışmaların odağını yapay zekânın, ürettiği sonuçların veya kararların sorumluluğunu alamayacağı hatırlanacak olursa, burada da yapay zekânın sorumsuzluğu ahlak dışı kararlara uyumu artıracak şekilde çalışmaktadır. Kısacası, kararlarının yol açtığı maliyet sorumluluğu ile yüzleşmek zorunda olmayan yapay zekânın Alatlı'nın ifadesi ile 'şerden yana bükülme' olasılığının çok yüksek olduğunu söyleyebiliriz.