Sanat tarihçisi Costantino D'Orazio'nun Michelangelo'nun hayatını kurmaca bir otobiyografi üzerinden anlattığı kitabı 'Michelangelo: Bir Dâhinin Otobiyografisi', D'Orazio'nun ifadesiyle Rönesansın önemli bir figürü olan Michelangelo'nun yazıları, mesajları ve mektuplarına dayanıyor (KeTeBe Yayınları, Haziran 2025). Otobiyografi, Michelangelo'nun yeğeni Leonardo'ya yazdığı 16 mektuptan oluşuyor. Mektuplar, hem Michelangelo'nun sanat serüvenine, güç odaklarıyla diyaloglarına ve aile ilişkilerine hem de döneminin hızlı değişimlerine dair izlenimlere yer veriyor.
D'Orazio sanatı için oldukça kararlı, sanatından başka şey düşünmeyen, çoğu zaman inatçılığının ve özellikle başarısının yol açtığı kıskançlığın maliyetlerini her dönem ödeyen, ancak yılmayan bir sanatçı figürü ortaya koyuyor. Erken yaşlarda başladığı sanat yaşamında uzun ömrü nedeniyle siyasi güç odakları değiştiği gibi çalıştığı çoğu Papanın ölümüyle gelen değişime de tanıklık ediyor. Çalıştığı güç odaklarının değişiminde bazı dönemlerde çalışmaya devam edebilmesine rağmen sıklıkla geri plana çekilme veya iftiralar nedeniyle yaşadığı yeri terk etmek zorunda da kalıyor: '…Hiçbir pişmanlık duymadan ayrıldım. Yakında durumun kötüleşeceğini seziyordum ve ben de beni Medicilerle kesin ilişkilendirecek ve herkesin gözü önünde cezalandıracak Savonarola'nın takipçilerinin öfkesinden payımı alma riskiyle karşı karşıyaydım. Bir süreliğine ortada görünmemek daha iyiydi…'(sh.51); '…Bu ani değişikliklere artık alışmıştım ve Medicileri sevenlere karşı misilleme hareketlerine bulaşmamak için uzaklaşmaya karar verdim…'(sh.149). Sabrı ve beklemeyi ağır maliyetlerle öğreniyor. Ancak, heykellerle ilişkisi hiç kesintiye uğramıyor: '…Tanrı aşkına, hep yapacak bir şeyler vardı: Kopyası yapılacak bir heykel, yeni tasarlanacak bir heykel çizimi, ancak ben yeni birkaç meydan okumaya ihtiyaç duyuyordum…'(sh.40).
Heykel yaparken üç şeye ihtiyaç duyulduğunu erken fark eder: derin insan anatomisi bilgisi, malzeme ile güçlü iletişim ve heykel üzerinden anlatacağı güçlü bir hikâye… Bu ihtiyaç onu kadavralarla insan anatomisine yönelik gizli ve kaçamak çalışmalara iter ve bu sürede oldukça derin araştırmalar yapar: '…O günlerde öğrendiklerim, herhangi bir tasarım dersinden daha faydalı temel bilgilerdi. Kimi not kâğıtlarının üzerinde gördüklerimi hafızamda tutmaya çalışıyordum: Kas gruplarının yerleri, kalbin şekli, kaburga kemiklerinin yapısı ve damarların izlediği yol… Farklı organları gördükçe onların çekiciliğine kapılıyordum: Dokununca her birinin kendine özgü yapısını hissediyordum. İnsanın her bir parçasının tek bir sistemin unsurunu oluşturduğu mükemmel bir makine olduğunu anladım. Kan damarları her açıklığa ulaşıyor ve diğer her şeyi içine alan yoğun bir ağ oluşturuyor…'(sh.43).
Aynı tutku heykel yaptığı mermer malzemesi ile kurduğu ve geliştirdiği ilişki için de geçerlidir. Hikâyesini heykel üzerinden anlatırken en büyük yardımcısı mermerle kurduğu bu güçlü bağ olacaktır: '…Taşı kesmek için taş ocağı işçilerinin gösterdiği çabayı ve bilgeliği izlerken, dağın direncini ve bizim onu yaralama arzumuzu hissedebiliyordum. Taş ocağı işçisi, taşın zayıf noktasını yakalamalı ve boyun eğdirene kadar ısrarla o noktada çalışmalıdır. Heykeltraş ise, malzemeyle iletişime geçmeli ve kendini ona bırakmalıdır. Ancak bu şekilde ona karşı koyan engeli aşabilir…'(sh.76). İyi bir mermer bulabilmek için mermer ocaklarında aylarca işçilerle çalışmayı göze alacak kadar malzemenin öneminin farkındadır: '…Mayıstan aralık ayına kadar sekiz ay kaldım. Taş ocağı işçileriyle birlikte portatif yataklarda uyuyor, onlarla yemek yiyor, işlere yardım etmek ve taş seçme yeteneğimi geliştirmek için günlerimi dağlarda onlarla beraber geçiriyordum. Kesikler konusunda gerçek bir uzman oldum. Daha yüzeyinden bir blokun derinlerinde herhangi bir çirkin damar bulunup bulunmadığını anlayabiliyordum…'(sh.103).
Sanatı ile kurduğu onsuz yaşayamama duygusu ve elindeki işe yönelik tutkusu malzemesi ile kendisi arasındaki ilişkiyi zamanla oldukça akışkan hale getiriyor. Başlangıçta onun için yaptığı fedakârlıklar ve adanmışlığı dikkat çeker: '…Her zaman kendimi adayacağım bir projeye, sabah uyanacağım ve enerjimi tüketeceğim bir nedene ihtiyaç duyduğumu hissettim. Ne yazık ki, yıllar boyunca müşterilerimin karasızlıklarına, beklenmeyen program değişikliklerine, engellere ve intikamlara maruz kaldım, ama asla cesaretimi yitirmedim…' (sh. 54). Zamanla bir heykel ile anlatmak zorunda olduğu hikayeyi nasıl anlatabileceğinin gerilimini yaşamaya başlar: '…Basit bir heykel ile ne kadar çok şey açıklamak durumundaydım!..'(sh.46). Gerilim sadece bununla bitmez, ayrıca özellikle Roma'da rekabet etmesi gereken antik heykeller vardır: '…Ve her zaman geçmişin heykellerine bakıp kopyalayan ben, şimdi onlarla rekabet etmek durumundaydım…'(sh.71).
Bu anlam arayışı ve mermerle kurduğu ilişki nihayetinde Michelangelo'nun kendi anlamında diretmesine ve müşterilerin taleplerini ancak bu anlamla uyumlu ise kabul etmesine yol açar. Elbette bu tavır oldukça maliyetli olur: '…O çalıştığım birkaç yıldan sonra emin olduğum bir şey vardı: Benim planlarımla uyuşmadığı sürece müşterilerimin taleplerine boyun eğmemeliydim. Hepsi benim seçimlerimi kabul etmeliydi. Ne kadar genç ve tecrübesizdim Leonardo! İnandıklarımı tam olarak doğrulamak için hayatın bana hangi savaşları ve kaç yenilgiyi hazırladığını hayal edemezdim…'(sh.73).
Michelangelo heykele o kadar tutkuludur ki bırakın keyifli ve lüks bir hayat sürmeyi, uyku gibi en hayati ihtiyaç bile bu tutkunun önünde bir engel olarak görünür: '…Az yiyor ve uyuyor, kendime daha az bakıyordum. Heykelden uzak geçen her anın telafi edilmez şekilde ziyan olduğuna inanıyordum… Ama lüksün beni yoldan çıkarmasına hiçbir zaman müsaade etmedim, üstelik bunu yapabilirdim de. Açıkçası beni ilgilendirmiyordu. Leonardo gibi rahatlığın ya da Raffaello gibi zevk düşkünlüğünün asla kurbanı olmadım…'(sh.80); '…Aylar boyunca giysilerimle, çizmelerimi bile çıkarmadan uyudum. Daha sonra onları çıkarmasını Michi'den istediğimde ayaklarımın derisi soyuldu. Tıraş olmuyordum ve bayılmama engel olacak kadar az yiyordum…'(sh.126); '…Yorgunluk beni caydırmıyordu: Devam etmemin nedenini o acıda buluyordum. Çaba ne kadar yoğunsa, eserim o denli büyük olacak diyordum, kendime…'(sh.127).
Mermer zemin üzerinden heykellerin anlamı üzerine kurduğu bu çilekeş ve kararlı duruş yıllar geçtikçe Michelangelo için hikâyenin kendi kafasında değil mermerin içinde saklı olduğu, mermeri yani malzemeyi anladıkça bu anlamın, hikâyenin kendisine açıldığını ve dolayısıyla kendisinin sadece malzemede gömülü olan o anlamı çıkartmak için ısrarla çalışması gerektiği mistik bir anlayışa dönüşür: '…Tam o aylarda işimle ilgili içimde yeni bir inanç yeşerdi. Heykeli, birkaç sene öncesine kadar her zaman fiziksel bir aktivite olarak algılamıştım, bedenim ve mermer blok arasındaki bir savaş olarak. Vuruşlarıma uysalca boyun eğen taşa içgüdüsel olarak saldırıyordum. Laocoön'u gördükten sonra heykeltıraşın vazifesinin başka olduğunu fark ettim. Heykel zaten taşın içindeydi, bir kadının karnındaki bir fetüs gibi: Ben onu yakalamalı ve keskiyle çekip dışarı çıkarmalıydım. Bunu ancak zihinden gelen işaretleri izleyerek yapabilirdim. Benim müdahalemi bekleyen mermer bloklarda hangi figürleri görmüştüm Bana anlatacak ne hikâyeleri vardı Sadece bunların dışarı çıkmasını sağlamalıydım…'(sh.112); '…Leonardo, evet "figürleri dışarı çıkartmak" dedim. Sana bunu açıklamıştım, hatırlıyorsun değil mi O karakterler blokların içindeydi: Ben sadece onları bulmalı ve şekillerini ortaya koymalıydım. Mermerin içinden beni çağırıyor ve keskim sayesinde dışarı çıkmaya çalışıyorlardı…'(sh.146). Garip olan eserler bittikten sonra da eserleriyle ilişkisinin devam etmesiydi. Bazen üretemediği dönemlerde bu eserlere sık sık ziyaretler yaparken uzun süre yanında taşıdığı bazı eserleri de tekrar ayağa kalkmasında destek sağlıyordu.