Siyaset, toplumların varlıklarını sürdürme çabalarının merkezinde yer alan temel faaliyetlerden biridir. İnsanın hayatta kalma içgüdüsü onu başkalarıyla birlikte yaşamaya yönlendirirken, birlikte nasıl yaşanacağı sorusu doğal olarak siyaseti gündeme getirir. Bu nedenle toplumsal tartışmaların büyük bölümü, doğrudan ya da dolaylı biçimde siyaset etrafında şekillenir. Siyasetin mahiyeti, amacı, meşruiyet kaynağı ve bağımsız bir alanının olup olmadığı ise insanlık tarihi kadar eski tartışmalardır. Varlığa dair tasavvurlar değiştikçe siyasetin anlamı da kaçınılmaz olarak farklılaşır. Bu çerçevede kadim geleneğimizde siyaset düşüncesine ilişkin önemli eserler kaleme alınmış, sürekliliği olan bir tartışma zemini oluşturulmuş ve siyasetin toplum içindeki yerine dair zengin bir birikim ortaya çıkmıştır.
Modern medeniyet, hayatın tüm alanlarını kendi dili ve mantığı doğrultusunda dönüştürdüğü için siyaset de bu dönüşümden payını almış, almaya da devam etmektedir. Günlük yaşam üzerinde böylesine belirleyici bir etkiye sahip olan siyasetin kaynağını, anlamını ve toplumsal hedeflerini yeniden düşünmek bu nedenle zorunludur. Her sayısında belirli bir konuyu derinlemesine ele alarak farklı boyutlarıyla tartışmaya açan Teklif Dergisi, Siyaset başlıklı özel sayısında meseleyi geniş bir perspektiften ele alıp günümüze taşırken, ortaya koyduğu yeni sorularla tartışmayı geleceğe de taşıyan bir zemin sunmaktadır (KeTeBe Yayınları, Ocak 2023).
İnsanların bir arada yaşaması bir zorunluluk olarak dururken toplumları tehlikelere karşı koruyacak güçlü bir yapının gerekliliği de bu zorunluluğun güvenliğini sağlamaktadır. M. Akif Kayapınar'ın ifadesiyle, '…Dolayısıyla insanların bir arada barış içerisinde yaşayabilmeleri için toplumda hiyerarşik bir iktidar (güç) yapılanması veya iktidar temerküzü şarttır. İşte "devlet" dediğimiz kurum bu iktidar temerküzünün en üst düzeyde bedenleşmiş halidir…'(sh.97). Böylece toplumda iktidar ağlarının ve bu ağlar üzerinden iktidar ilişkilerinin başlamasıyla 'siyasallık' da başlamaktadır (sh.97).
Siyasallaşma sadece iktidar ilişkilerine dâhil olmanın ötesinde güvenliğin sağlanmasından refahın nasıl paylaşılacağına, iktidarın sınırlarından sivil alanın işleyişine kadar çok geniş bir alanda tecessüm etmektedir. Bu tartışmalarda en önemli konuların başında tehditlere karşı caydırıcı bir güç oluşturan devlet/iktidarın bu devasa gücünü nasıl kullanacağı, daha önemlisi bu güce karşı insanların nasıl korunaklı kılınabileceği gelmektedir: '…ancak bu defa da savunmasız insanları söz konusu muktedire karşı neyin, niye ve nasıl koruyacağı ve daha da önemlisi bu insanların ruhsal varoluşlarının nasıl muhafaza edileceği soruları kendini dayatır…'(sh.98). Bir başka deyişle, iktidar ilişkilerinde sivil alanı güçlü iktidara karşı korumada sınırı belirleyen nedir Bu sınır, Tanrı'yı iktidarın meşruiyet kaynağı kabul eden medeniyetlerde adalettir (sh.99-100). Dolayısıyla İhsan Fazlıoğlu'nun ifadesiyle, '…siyaset ise toplum için adaleti sağlayacak maslahatı tahsil etmektir.'(sh.52)
Ehl-i Sünnet toplumlarında imametin, yönetim biçiminin ve dolayısıyla siyasetin fıkhın kapsamında değerlendirildiği bilinmektedir (sh.112). Dolayısıyla, form/biçimin nasıl olması gerektiğinden ziyade bu formun/biçimin akışının dayanakları (adalet, ehliyet, istişare vs) tartışmaların odağında yer almaktadır. Bu kapsamda, örneğin adalet kat'iyyat (ilkeler) kapsamında iken formlar zanniyat (uygulamalar) kapsamında değerlendirilmektedir: '…Siyasal sistemin şekli, yöneticinin kimliği, seçilme şekli, yönetim mekanizması gibi siyaset kapsamında yer alan konuları ise genel olarak zanniyat kapsamında değerlendirdiklerini de burada belirtmiş olalım.'(sh.118). Kadim geleneğimizdeki nasihatname ve siyasetnameler de siyasete genel olarak katiyyatlar çerçevesinde hatırlatmalar yapmıştır (sh.119). Bu çerçevede Ehl-i Sünnet toplumlarında fıkıh-siyaset ilişkisi naslara uygunluk (muvafakat) ve aykırı olmama (adem-i muhalefet) bağlamında değerlendirilmektedir (sh.121).
Kadim geleneğimizde insan Allah'ın halifesi, âlimler Peygamberimizin varisleri ve yöneticiler de Allah'ın gölgeleri olarak tanımlanmaktadır. İnsan olmak asli iken âlim veya yönetici olmak nasiptir. Dolayısıyla, âlimler ve yöneticiler de insan olarak Allah'ın yeryüzündeki halifeleri olarak mükellef ve sorumludurlar. Ancak, işlevleri açısından teklife muhatap insanın kemalini sağlayacak şekilde toplumsal süreçleri güvence altına alma sorumlulukları da bulunmaktadır. Siyaset bu üç tanımlamanın kat'iyyat/ilkeler çerçevesinde akmasını sağlayacak maslahatı üretmeye çalışmalıdır. Bunun için de siyasetin 'bir hukuk (karşılıklı erdem) ve ahlaka (karşılıksız erdem) dayanması' gerekmektedir (İhsan Fazlıoğlu, sh.57). Böylesi bir toplumdan beklenen, nihayetinde insanın kemal imkânına sahip olmasıdır. Böylece, 'her bir insan, diğer insanlarla birlikte, kendilerini aşan ve onların ilişki düzeninde gerçekleşen bir kemalin mazharı olur.'(Tahsin Görgün, sh.60). Nihayetinde fert düzeyinde erdem imkânı sağlanırken toplum düzeyinde de maslahat üretilmiş olur (sh.23).

7