Daha önceki yazılarımda yükseköğretimde doktora eğitiminin kritikliğine işaret etmiş, doktora mezunlarının sadece üniversitelerde öğretim üyesi ihtiyacını karşılamak için değil, ayrıca işgücü piyasasında ar-ge kültürünün ve nihayetinde ülkenin rekabet gücünün artırılmasında oldukça kritik olduğuna değinmiştim. Bu nedenle de doktora meselesini bir memleket meselesi olarak değerlendirdim. Yazılarda ülkemizde doktora mezun sayısının bırakın diğer alanlara katkısını, üniversitelerin öğretim üyesi ihtiyacını karşılamaktan dahi uzak olduğunu, bu nedenle doktora eğitiminin iyileştirilmesi ve bu amaçla çok-boyutlu adımlar atmanın önemine vurguda bulunarak konunun aciliyetine dikkat çekmiştim.
Doktora eğitimi her alanda mevcut bilginin geliştirilmesi, genişletilmesi ve zenginleştirilmesine çok önemli katkı sunmaktadır. Akademiya bir taraftan dünyadaki gelişmeleri takip ederken diğer taraftan içinde yaşadığı toplumun problemlerini kendisine problem kabul ederek çözümlerine katkı vermeye çalışır. Dolayısıyla, derdini özelde içinde yaşadığı toplumun dertleri oluşturur. Çoğu zaman bu dertler sadece içinde yaşanılan toplumu değil, daha geniş coğrafyaları ilgilendirir. Böylece ülkenizin sorunlarına çözümler üretebilme kapasitenizi sürekli geliştirirken dolaylı olarak dünya sorunlarının çözümlerine de katkı verebilirsiniz.
Türkiye son dönemde oldukça büyümüş ve bölgesinde güçlü bir ülke olarak yoluna emin adımlarla devam etmektedir. Her alanda yaşanan devasa büyüme ile gelinen nokta yeni bilgiler gerektirmektedir. Yaşanan bu büyümenin sürdürülebilir olması için yükseköğretimin bu büyümeyle aynı faza girmesi ve yapabileceği tüm katkıları yapması gerekmektedir. 'Yükseköğretimde Küresel Dengeler Değişiyor' başlıklı daha önceki yazımızda da değindiğimiz gibi güçlü ülkelerin en ayırt edici özelliği, ülkelerin stratejik alanları ile yükseköğretim sistemlerinin araştırma kapasitesi olarak öne çıkan alanlarının örtüşmesidir. Örneğin Çin'in son dönemde mühendislik, nano-teknoloji ve yaşam bilimleri alanlarında rekabet gücünün artması bu alanlarda yükseköğretim kurumlarının da küresel ölçekte artık daha baskın hale gelmeleriyle eş zamanlı gerçekleşmiştir. Bu baskınlık söz konusu alanlardaki patent sayılarındaki artışlarla da uyumludur. Dolayısıyla, yükseköğretim sistemleri ülkelerinin önceliklerini kendilerine öncelik kabul ederek kalkınma ve büyümenin ana itici gücünü oluşturmaktadır. Benzer dinamik kapasitenin ülkemiz için de oluşturulması ve sürekli tahkim edilmesi gerekmektedir.
'2024 AR-GE ve İnovasyon Raporu' başlıklı önceki yazımızda da değindiğimiz gibi ülkemizin özellikle yüksek teknoloji alanındaki üretim kapasitesinin önemli bir miktarda artmış olması, işgücü piyasasında yüksek teknoloji alanına yapısal bir geçiş evresinde olduğumuzu gösteriyor. Bu geçiş, yüksek teknoloji alanında Ar-Ge harcamalarında, firma sayılarının, istihdam ve ihracat oranlarının artışlarında açıkça görülüyor. Özel sektörün yüksek teknoloji alanlarındaki payının sürekli artması da çok önemli bir gelişme olarak dikkat çekiyor. Özel sektörün bu bağlamda hem ulusal hem de uluslararası fonlardan sağladığı desteklerin de giderek arttığı görülüyor. Dolayısıyla, yükseköğretim kurumlarının özellikle doktora eğitimi ve yayınların niteliğini artırma ve fikri mülkiyet kültürünü geliştirmede performans ve verimliliklerini artırmaları ülkemizin ar-ge ve inovasyon kültürünü tahkim edecek ve yüksek teknoloji alanına söz konusu yapısal geçiş evresini sürdürülebilir kılacaktır. Örneğin, Almanya'nın tüm disiplinlerden doktora mezun sayısının son 40 yılda her yıl 25-30 bin bandında gerçekleşmiş olması Almanya'nın yükseköğretim sisteminin bu kapsamda yaptığı katkının ne kadar büyük ve ne kadar istikrarlı olduğunu göstermektedir. Bizde bu sayı daha yeni 10 binlerin üzerine çıkabilmiştir.
Günümüzde yapay zekâ teknolojilerinin yaygınlaşması işgücü piyasalarında yeni ve güçlü dalgalara yol açmıştır. Bu dalgalar mevcut iş pozisyonlarından çoğunu yok ederken devam edebilen pozisyonlarda yeni beceri setleri ortaya çıkartmaktadır. Dahası, yeni ortaya çıkan veya çıkacak olan meslek veya iş pozisyonlarındaki beceri beklentileri oldukça yüksektir. Dolayısıyla, yeni durumda doktora mezunu olabilmek oldukça önemli avantajlar sağlayabilecektir. Bu kapsamda kapasitenin olması ve güçlendirilmesi yeni teknolojilere dayalı bir ekosistemin oluşmasında ihtiyaç duyulan insan kaynağının karşılanmasını hızlandıracaktır.
Diğer taraftan, ülkemiz tarihi geçmişiyle barışık ve bu müktesebatı kullanarak yeni bir dil geliştirme iradesini sıklıkla dile getirmektedir. Bu dile getirişin gerçekten umut verici yeni bir dile evrilebilmesi için her alanda bu hassasiyetlere dayalı içerik üretilmesi gerekmektedir. Batı medeniyetinin en büyük avantajı, özellikle son iki yüz yıldır kendi varlık tasavvuruna dayalı bir dil inşa edebilmesi, bu dilin sürekli zenginleştirilmesi ve kültürel formlarla hayatın akışkanlığını sağlayabilmesidir. Batı dışı toplumlar dahi Batı medeniyetinin bir parçası olabilme umuduyla bu sürece önemli katkılar sağlamıştır ve sağlamaya da devam etmektedir.