Kadızâdelilerin Sivil Alana Müdahalesi

17.yüzyılda Osmanlı'da Kadızâdeliler olarak bilinen hareket, düşünce sistematiği, siyasete etkileri ve sivil alana müdahaleler bağlamında uzun zamandır tartışılmaktadır. Çoğu zaman bağlamından çıkartılıp 'medrese-tekke' tartışmasına indirgenmekte veya günümüzün din temelli şiddet hareketlerinin kaynağı olarak gösterilmektedir. Bu nedenle Ali Durmuş'un 'Kadızâdeliler Hareketi: Osmanlı Hanefilerinin Hanefiliğe Eleştirisi' başlıklı kitabı söz konusu hareketi ve dönemi anlamada önemli bir kaynak olarak durmaktadır (KeTeBe yayınları, 2021).

Hareketin ortaya çıktığı dönem oldukça kritiktir. Osmanlı, karşısında güçlenen ve askeri üstünlüğü de ele geçiren Avrupa karşısında mevzi kaybetmekte, ekonomide ciddi açıklar verilmekte, savaşların maliyeti ve bu maliyeti karşılamak için alına vergiler sürekli artmakta ve Osmanlı ekonomisi pazar kaybetmektedir. Bu zayıflayan savunma düşünsel olarak da sorgulamalara yol açmakta ve bu gerileme ve mevzi kaybetmenin nedenleri ve yükselen yeni gücün dinamikleri sorgulanmakta ve anlaşılmaya çalışılmaktadır. Böylesi bir dönemde içe dönük sorgulamalar da doğal olarak artmaktadır. Tam da böylesi bir noktada Kadızâdeliler, söz konusu sıkıntıları dinden uzaklaşmakla ilişkilendirmiş ve bu nedenle dini bid'at ve hurafelerden uzaklaştırarak asli mecrasına döndürmek için mücadele etme iddiasıyla hareket etmişlerdir (sh.15). Hareket Kadızâdeli Mehmet Efendi ile başlamış, Ahmet Rumi Akhisâri, Üstüvani Mehmet Efendi ve Vâni Mehmet Efendi ile devam etmiştir (sh.19).

Öncelikle, temel sorun bu tespitten başlamaktadır. Osmanlı'nın kendisinden oldukça farklı dinamikler ve paradigmayla yükselen Batı karşısında bocalaması ve mevzi kaybetmeye başlaması kendisinden çok karşısındakinin farklı dinamikleriyle ilişkili iken, Avrupa'ya göre gerilemenin hemen toplumda dini yaşamın eksikliğiyle veya sapmaları ile ilişkilendirilmesi sorunludur. Çünkü Osmanlı'nın Avrupa karşısında yaşadığı kriz, dinî gevşeme ile ilişkili değildi. Kaldı ki o dönem Osmanlı'da toplumsal yaşamda dinin yeri inkâr edilemez bir somut gerçekliğe sahipti. Bu aceleci ilişkilendirme refleksi, bid'at ve hurafelerle mücadele edildiğinde Batı karşısında Osmanlı'nın ekonomik ve yönetimsel sorunlarını çözebileceği varsayımını da zımnen taşımaktadır ki ne kadar gerçekçi olabileceği tartışmaya açıktır. Zaten tartışılan konulara bakıldığında keşf, ilham, keramet, velayet, açık zikir ve deveran, teganni, musâfaha, tasliye ve tarziye gibi dar kapsamlı konuların öne çıktığı görülmektedir (sh.101-103). Dahası, Kadızâdeli hareketinin karşısında Halvetiyyenin Şemsiyye kolundan Abdülmecid Sivâsi Efendi, Abdülehad Nuri Sivâsi ve Niyâzi Mısri'nin yer almış olması (sh.107), tartışmaların toplum geneline yayılan kronik sorunlardan çok daha dar kapsamlı olduğunu göstermektedir.

Hareketin en kritik özelliği, dini referanslarla hareket eden ve liderleri aynı zamanda âlim olan Kadızâdelilerin Osmanlı yönetimiyle kurdukları ilişkide ortaya çıkmaktadır. Normalde Ehl-i Sünnet geleneğinde fukahâ sivil alanda kalıp yönetimle mesafeli ve dolayısıyla yönetime uyarı yapabilme hakkını koruyabilecek bir konumda kalırken Kadızâdelilerin Sultanlarla ilişkilerinin oldukça yoğun olduğu görülmektedir. Örneğin, Vani Mehmet Efendi Fazıl Ahmet Paşa sadrazam olunca İstanbul'a gelerek IV. Mehmet ile sıcak ilişkiler kurmuş, Padişahın ve şehzadesinin hocası olmuştur (sh.55-56). Maddi açıdan da bu ilişkiden nasiplendiği de görülmektedir: '…Açılış ve kapanış duaları gibi çeşitli merasimlerde devlet erkânından bazı önemli şahsiyetlere olduğu gibi Vâni'ye de samur kürkler, para, altın, mal, yiyecek gibi hediyelerde ve taltiflerde bulunmaktaydı…'(sh.238). Oysa aynı dönemde Sivâsilerin önemli temsilcisi âlim Abdülehad Nuri Efendi, İnkazu't-Talibin 'an Mehavi'l-Gâfilin adlı eserinde 'ulemanın sultanlarla beraber hareket ederek adeta onların yardımcısı gibi olmasının caiz olmayacağı hususuna' yer vermektedir (sh.192).

Diğer taraftan, Kadızâdelilerin Müslümanlara yönelik tekfir ve zulümlerinden bunalan dönemin âlim ve şeyhlerinin Hanefi Efendiye şikâyetlerini iletmeleri üzerine Hanefi Efendi'nin cevabı manidardır: 'Kadızâdeliler bu devlete dal budak sarmış köklü bir ağaç gibidir. Bir dalı Bostancılar ocağına, bir dalı Baltacılar ocağından ta saray-ı hümayuna, bir büyük dalı da bütün çarşı esnafına sirayet ederek sağlamlaşmıştır. Güzellikle nasihat kabul etmiyorlar, ne suretle defedelim'(sh.468). Hal böyleyken, bid'atlarla mücadele iddiasındaki Kadızâdeliler yönetimle ilişkilerinin bid'atliğine bakmamış, nihayetinde düşünsel zeminde toplumsal sorunlara işaret etme yaklaşımları yönetimle kurdukları derin ilişkilerle farklı bir boyut kazanmış, idari işlemlere etki ettiği için faz değiştirmiştir. Böylece Kadızadeler sivil alana müdahale edebilmiştir.

Kadızadelilerin bid'atlarla mücadelesi ağırlıklı olarak tekke, zaviye ve dergâhların adet ve ritüelleri ile ilişkili olunca bu hareketten en büyük zararı bu kesim görmüştür. Bu kesim yazdıkları eserlerle ve reddiyelerle harekete karşı çıkmış ve karşılıklı hamleler söz konusu hareketi bir 'medrese-tekke' çatışması boyutuna indirgemiştir. Vâni'nin talebi üzerine IV. Mehmet 1666 yılında sema ve deveran törenlerine yasak getirmiş, yasak 18 yıl sürmüş, ancak Vâni'nin sürgününden sonra 1684 yılında kaldırılmıştır (sh.246): '…Edirne ve Bursa'daki birkaç tekke haricinde bütün tekkeler kapatılmış, kapatılmayanlar da kapatılmaya yüz tutmuştur…' Bu süreçte en büyük eziyeti, dokuz ay Rodos ve yaklaşık 15 yıl da Limni'de sürgün hayatı yaşayan Niyâzi Mısri çekmiştir (sh.258). Bu nedenle Mısri'nin Vâni'ye yönelik öfkesinden yönetim de nasibini almıştır (sh.259). IV. Mehmet'e yazdığı mektubunda Padişaha mektubu Vâni'ye göstermemesini salık vermesi bu bağlamda oldukça ilginçtir: 'Bu mektubu kendi şeyhine gösterme ve re'yi ile âmil olma. Şeyhülislam ve ulemaya göster. Onların re'yi ile âmil ol'(sh.237).