'İslam, Aydınlanma ve Gelecek' Üzerine Notlar

İslam-Bilim tartışmaları uzun bir geçmişe sahip. Tartışmanın kökleri 19.yüzyıla uzanıyor. Ernest Renan ile başlayan ve İslam'ın modern bilime karşı olduğu ve Müslümanların bilimsel düşünceyle ilişkileri olamayacağı yönündeki sert söylem bu bağlamda Batı düşüncesinin temel yaklaşımını şekillendirdi. Renan'ın tetiklediği oryantalist retorik günümüze kadar değişerek, çeşitlenerek, ancak ana yaklaşımını değiştirmeden geldi. Bu kapsamda Gazali de bu yaklaşımın temellendirildiği bir günah keçisi olarak seçildi. Gazali ile bilimsel düşüncenin Müslüman coğrafyada duraklamaya ve gerilemeye girdiği yönünde oluşturulan kurgu maya tuttu. Özellikle Müslüman coğrafyalarda yaşanan modernleşme hareketlerinin ana yaklaşımı da bu bağlamda oluşturuldu. Dolayısıyla, Müslümanlar Batı düşüncesi temelli bir dönüşüme maruz bırakıldı.

Hal böyleyken oryantalist söyleme karşı oldukça güçlü bir reaksiyon söz konusu dönemde Müslüman coğrafyada başlar. Renan'ın söylemlerine yönelik o dönemde yazılan reddiyeler nasıl bir tepki oluşturulduğunu görme bağlamında önemlidir. Zeynep Çelik'in 'Avrupa Şark'ı Bilmez' kitabı bu kapsamda geç Osmanlı ve erken Cumhuriyet entelektüellerinin oryantalizme tepkilerini anlamaya yönelik önemli bir kaynak sağlamaktadır (Avrupa Şark'ı Bilmez, Eleştirel Bir Söylem (1872-1932), Koç Üniversitesi Yayınları, 2019). Bu kapsamda ilk işaret fişeği Namık Kemal tarafından 1872'de İbret gazetesinde yayımladığı 'Avrupa Şark'ı Bilmez' başlıklı yazı ile atıldığı için Çelik de anlamlı bir şekilde kitabının başlığını dönemin tepkisini yansıtacak şekilde 'Avrupa Şark'ı Bilmez' olarak seçmiştir.

Müslümanların bu bağlamda oryantalist saldırılara karşı geliştirdikleri söylemleri anlama açısından İbrahim Kalın'ın 'İslam, Aydınlanma ve Gelecek' kitabı oldukça kapsamlı bir değerlendirme yapmaktadır (İnsan Yayınları, Ekim 2024). Kitapta İnsan-Evren-Tanrı ilişkileri bağlamında Varlık tasavvuru ile ilgili Müslümanlar tarafından geliştirilen düşünceler, bu düşüncenin bilime yansımaları ve Batı medeniyeti ile kadim Varlık tasavvurundan kopuş ve ürettiği maliyetler günümüzde yaşanan sorunlar bağlamında ayrıntılı olarak ele alınmaktadır. Dahası, Müslümanların geliştirdiği düşüncelerin yeniden değerlendirilerek bu sorunları aşmada nasıl katkılar yapabileceği ile ilgili çıkışlar üretilmektedir. Bu çabanın gerekçesi de açıktır: '…Neden İslam ve Aydınlanma Sebebi basit: Modernite öncesinin son büyük medeniyeti İslam ile yeni evren tasavvurunun kurucusu Aydınlanma arasındaki karşılaşma, çatışma ve hesaplaşma, son iki asrın en büyük kırılmalarından biridir ve derinlemesine incelenmeyi fazlasıyla hak etmektedir…'(sh.9).

Kalın, bu bağlamda İslam dünyasında modern bilime yönelik üç ana yaklaşımın ortaya çıktığını kitap boyunca farklı bölümlerde kapsamlı bir şekilde ele alır. Birinci yaklaşım, bilimin felsefi bir boyutu olmadığı, sadece hayatı daha yaşanılabilir kılmaya matuf saf bir girişim olduğu ve bu nedenle ithalinin bir sorun teşkil etmeyeceğine yönelik yaklaşımdır (sh.189). Bu yaklaşım aslında Tanzimat'tan itibaren 'Kültürlerini almayalım, ancak bilim ve teknolojilerini alalım' mottosunun zeminini oluşturan yaklaşımdır. İkinci yaklaşım, birinci yaklaşım temelinde oluşan ve Kur'an ile bilimin uyumlu olduğu varsayımına dayalı olarak bilim ile Tanrı'nın evrendeki mesajlarının daha iyi anlaşılabileceğini vurgulayan bir yaklaşımdır (sh.190). Bu yaklaşım ayrıca, zımnen İslam'ın modern bilimle ne kadar uyumlu olduğunu göstermeye ma'tuf bir girişimdir. Bu girişimle sadece bilimsel bulgular ve ayetler arasındaki kuvvetli bağ araştırılmakla kalmaz, daha ileriye gidilerek ayetlerin bilimsel araştırmalarda problem belirlemede de önemli bir destek sağlayabileceğini vurgular (sh.191).

Üçüncü yaklaşım ise birinci ve ikinci yaklaşımdan koparak soruna daha farklı bir bakışı oluşturmaya çalışır. Bu çaba modern bilimin metafizik ve felsefi temellerini sorgulamakta, dolayısıyla İslam ile ilişkili bilimin metafizik ve felsefi temelleri arasındaki farklılıklara yoğunlaşan meydan okuyucu bir girişime tekabül eder (sh.197). Bu bağlamda Kalın, Seyyid Hüseyin Nasr, Nakip el-Attas, Osman Bakar ve Muzaffer İkbal gibi bu yaklaşımı geliştirmeye çalışan düşünürlerin görüşlerine geniş yer verir. Bu yaklaşımda en fazla atıf Seyyid Hüseyin Nasr'ın çalışmalarına yapılmaktadır.

Kalın'ın değerlendirdiği bu yaklaşımlarda elbette dönemin zorlukları önemli bir işlev görmüştür. Dolayısıyla, bu yaklaşımları yargılamaktan ziyade dönemin zorlukları ile birlikte okunması daha doğru olacaktır. Özellikle birinci ve ikinci yaklaşım Batı medeniyetinin Müslüman coğrafyaya oryantalist saldırısına karşı pasif bir direniştir. Dolayısıyla savunma ve ayağa kalkabilmek için bir zaman kazanma girişimidir. Üçüncü yaklaşım ise bu kazanılan zamandan sonra geliştirilen ve halen ucu açık olan meydan okuyucu bir girişime karşılık gelmektedir.

Kalın bu değerlendirmelerden sonra üçüncü yaklaşımla oluşturulan dini evren görüşünün günümüz sorunlarını çözmede önemli katkılar sağlayabileceğini vurgular: '…Dini evren görüşü, modern bilimciliğin katı din karşıtı ve pozitivist yaklaşımına bir alternatif olabilir ve bunu, bilimsel araştırmaların nesnelliğine ve iç bütünlüğüne zarar vermeden yapabilir…'(sh.210); '…Bilimsel gelişme için dinden çıkmaya değil, doğru dini bakış açısına sahip olmaya ihtiyaç vardır…'(sh.211). Bu nasıl yapılabilecektir sorusu, meydan okuyucu bir soru olarak durmaktadır.

'Gazali Bilime Karşı mıydı' başlıklı yazımda da vurguladığım gibi Batı, sadece Müslümanlara değil ötekisi olarak etiketlediği Doğuluya bu bağlamda iki seçenek bırakır. Birincisi, modern bilimle ilgili kurguladığı ve oryantalist söylemle zenginleştirdiği anlatıyı kabul etme ve yeni içeriklerle zenginleştirmedir. Batı bu katkıyı önemser ve ödüllendirir. İkincisi, ana anlatıya itiraz etmeden hikâyenin, bu sürece Doğunun da önemli katkıları olduğu biçiminde biraz farklı olduğuna yönelik pasif savunmadır. Gazâli için iki seçenek de sıklıkla kullanılmıştır. Birinci seçenek özellikle Müslüman coğrafyada hâkim olmuş ve İslam dünyasının geri kalmasının (!) fikri sorumluluğu Gazali'ye yüklenmiştir. İkinci seçenekte ise anlatının ana hatları kabul edilirken Batı biliminin geldiği noktaya Müslüman bilim insanlarının ve kadim âlimlerin çok önemli katkı sağladıklarına vurguda bulunarak Batı biliminin geldiği noktada sahip olduğu övünçten tarihsel olarak pay almaya çabalanmıştır.