Fatih Belediyesi kültürel mirasımızın hatırlanması ile ilgili çok önemli bir çalışmaya imza attı. Turgay Anar tarafından hazırlanan 'Hafıza ve Miras: Fatih'in Edebiyat Durakları' balıklı kitap geç Osmanlı ve erken Cumhuriyet döneminin edebiyat ve kültür alanında dinamizmine mekânlar ve o mekânlar etrafında kümelenen kültür insanlarımız üzerinden tanıklık sağlıyor (Fatih Belediyesi Kültür Yayınları, 2024). Kitapta özellikle güçlenen Avrupa karşısında mevzi kaybeden Osmanlı'nın yaşadığı şaşkınlık, kaygı ve endişeye tanıklık ettiğimiz gibi edebiyatçıların, siyasilerin, devlet adamları ve entelektüellerin bu durumdan çıkış yolu arama çabalarına da tanıklık ediyoruz. Herkes bu durumdan çıkış ve tekrar eski güçlü günlere dönüş için çarelere aramakta, tartışmakta, yazmakta, dergi ve gazete çıkartarak kamuoyuna taşımaktadır. Çok çileli bir dönemdir. Osmanlı Avrupa karşısında tutunamamaktadır. Siyasetçisinden edebiyatçısına, sahafından entelektüeline tüm kesimlerin ömürleri bu ağır yükü taşıyarak ve çıkış yolları arayarak geçer ve günümüze çok önemli bir miras bırakırlar.
Dönemin koşulları göz önüne alındığında bu bağlamda buluşma ve sosyalleşme yerlerinin kıraathaneler, kitabevleri, sahaflar, yayınevleri ve konaklar olduğu görülüyor. Her bir mekânın müdavimleri farklılaşırken bunlar arasında bazı entelektüellerin ise birden fazla mekânın müdavimleri olduklarını görüyoruz. Böylece tipik bir sosyal ağ yapısı olarak tüm mahfiller birbirinden haberdar olmakta, yeni yazı, kitap ve eserler üzerinden yeni düşüncelerle tanışmakta ve bunları her bir mahfilin ana bakışı ile tartışarak genişletmekte ve yeni açılımlara yol açmaktadır. Bir başka deyişle dönemin sivil alanı çok dinamik bir yapıya sahiptir. Elbette, farklı mahfillerde uzun tartışmalarla daha rafine hale getirilmiş düşünceler zamanla uygulama imkânı bularak Osmanlı'nın Avrupa karşısındaki direnişini takviye etmektedir. Kısacası, kitap sayesinde söz konusu dönemde çok canlı ve dinamik bir sivil alanın varlığına şahitlik etmekteyiz. Ayrıca, güçlü sivil alanın siyasetin içerik üretimini nasıl desteklediğini de dolaylı olarak görmekteyiz.
Dönemin tüm edebiyatçıları bir şekilde bir mekân etrafında kümelenen bir mahfilde kendisine yer bulur. Kitapta Ahmet Rasim'den Halide Edip ve Muallim Naci'ye, Mehmet Akif'ten Süheyl Ünver ve Necip Fazıl'a, Ahmet Mithat Efendi'den Nazım Hikmet'e ve Neyzen Tevfik'e, Fuat Köprülü'den Hasan Ali Yücel ve Prens Sabahattin'e, Yusuf Akçura'dan Namık Kemal ve Ziya Gökalp'e, Reşat Ekrem Koçu'dan Abdülbaki Gölpınarlı'ya, Yahya Kemal'den Ahmet Hamdi Tanpınar'a, Erol Güngör'den Sezai Karakoç ve Mehmet Genç'e kadar dönemin tüm aktörlerinin bir veya birkaç mekânın müdavimleri olduklarını görüyoruz. Sivil alanı yönlendiren kültür adamlarının kozalarını ördükleri mekânlardır bu kıraathaneler, sahaflar, kitabevleri ve yayınevleri. Bu mekânlar geçilip gidilen yerler değildir, tam tersine durulup uzun vakitlerin geçirildiği, tekrar tekrar gelinen sohbet ve muhabbet merkezleridir. Fatih Belediye Başkanı M. Ergün Turan da Takdim yazısında bu sohbet geleneğine işaret etmektedir: '…Osmanlı döneminden itibaren Suriçi İstanbul'u, özellikle edebiyatın, söz sanatlarının bir merkezi olmuştur. O dönemlerin popüler mekânları bir edebiyat mahfili niteliğinde kuşaktan kuşağa devreden bir sohbet geleneğini yaşatmıştır. Bu mekânlar sayesinde edebiyatımızın klasiklerini oluşturan değerli birçok şair ve yazar yetişmiştir…'
Kitap boyunca mekânlara katılanlara baktığımızda bu mekânların sadece edebiyatçılar tarafından ziyaret edilmediğine, ayrıca üniversite öğrencilerinden akademisyenlere, kamu görevlilerinden siyasilere, esnaf ve ticaret erbabından yabancılara kadar çok farklı kesim için bir uğrak yeri olduğunu görüyoruz. Aslında, bir toplumu oluşturan hemen hemen tüm kesimler bu mekânlarda eğitimlerine devam ederler. Kültür ve sanatla buluştukları gibi memleket meseleleri ve bunlar etrafındaki tartışmalardan da haberdar olurlar. Buralarda musiki etkinlikleri, tiyatro gösterileri ve özellikle ramazan akşamlarında Karagöz-Hacivat gösterileri de düzenlenir. Diğer taraftan, bu mekânlar ayrıca dönemin süreli yayınlarının da dağıtım merkezleridir (sh.95). Bu nedenle bu mekânlar bir yaşam merkezi, bir akademi, sivil alanın kalp ritminin hissedildiği özel mekânlardır. Edebiyatçılar özellikle romanlarında bu mekânlara atıf yaptıkları, çoğu kez olay veya kahraman örgülerini de bu mekânlardan seçtikleri için mekânların cazibesi sürekli güncellenir.
Sahaflar da bu bağlamda bir akademi gibi işlev görür. Yazarın vurguladığı gibi sahaflar uzun bir dönem kültür ve edebiyatın güçlü merkezleri olarak işlev görmüştür: '…Günümüzde asıl fonksiyonunu yitirmiş olsa da Sahaflar Çarşısı'nda kitap alışverişi yapılırken bir yandan da buraya gelen kültür-sanat ve edebiyat erbabı, her biri kendince farklı bir kütüphane olan bu dükkanlarda kitap sohbetinin haricinde çeşitli konularda da konuşmalar yapmışlardır…Hacı Muzaffer Özak'ın dükkanı gibi daha niceleri, okumanın, yazmanın ve kültürün önemli merkezleri olarak yıllar boyu okurlara hizmet verdi.'(sh.68-69).
Bu mekânların üniversite öğrencileri ve akademisyenler için ne kadar önemli olduğu ortadadır. Öğrenciler gelişimlerini bir yaşam boyu öğrenme merkezleri olan bu mekânlarda sürdürürken akademisyenler bu mekânlarda toplumsal meselelere katkı vermekte, yeni tartışmalardan haberdar olmakta, sivil alandaki entelektüellerle bağ kurarak sürekli gelişmektedir. Dolayısıyla, üniversiteler toplumsal yaşamdan kopuk değil, tam tersine merkezindedir. Aynı durum, konaklarını ve evlerini bu tip toplantılar için açan devlet adamları ve eşraf için de geçerlidir. Örneğin, Midhat Paşa'nın Konağı '…çeşitli edebi, siyasi tartışma ve sohbetlerin yapıldığı bir mahfil, bir akademi kimliğine sahipti.'(sh.105). Veya İbnülemin Mahmut Kemal İnal'ın Konağı benzer işlev görür: '…Devrin tanınmış âlim, şair, musikişinas, hattatların devam ettiği mahfili, babasından devralıp kendisi de ölünceye kadar geleneği devam ettirdi.'(sh.126). Farklı kesimlerden geniş katılımlı o kadar canlı ağ yapıları var ki ağlar birbirini etkileyerek sürekli gelişiyor ve sivil alanı da üretimi de sürekli zenginleştiriyor.
Kıraathaneden sahafa, yayınevinden kitabevine ve konağa kadar tüm bu mahfillerde dikkat çeken insanların derinliği ve niteliğidir. Bırakın müdavimlerinin niteliğini kıraathanenin sahiplerinin dahi oldukça kültürlü ve okuryazar olduklarını görmekteyiz. Konaklarını, evlerini bu sohbetlere açan siyasi ve devlet adamlarının sahip oldukları kütüphaneler, bildikleri yabancı diller ve kültür ve sanatla derin ilişkileri oldukça dikkat çekicidir. Kitapta yer verilen sadece Dino-zade Abidin Paşa örnek olarak yeter: '…Arapça, Farsça, Arnavutça, Fransızca ve Yunancayı iyi bilen, edebiyatı seven Paşa, Tercüme ve Şerh-i Mesnevi-i Şerif eseriyle Mevlana'nın Mesnevi'sinin tercümesi ve ilk cildinin şerhiyle ün kazanmıştır…'(sh.149). Mekânlardan herkes nasibi alır ve gelişmeye devam eder. Bir başka deyişle, dönemin mekânlarına devam edenler kadar mekânların sahipleri de kültürlü ve etraflarında güçlü sosyal ağların olduğu ve bu ağlarda çırak-usta ilişkisi ile insanların yetiştiği sivil alanın güçlü akademileridir.

6