Yapay zekâ toplumları hızla dönüştürmeye devam ediyor. Yapay zekâ teknolojisinin önceki teknolojik kırılmalardan oldukça farklı olduğu giderek daha fazla netleşiyor. Eğitimden sağlığa, endüstrinin tüm alanlarından ekonomiye, biyoteknolojiden savunma sanayine kadar tüm alanlar yeni dinamiklere göre dönüşürken yepyeni bir yapay zekâ teknolojisi ekosistemi oluşuyor. Bu hızlı dönüşüm bir taraftan toplumun tüm kesimlerinde heyecanı ve beklentileri artırırken aynı zamanda endişe ve kaygıları da yükseltiyor. Belki de hiçbir teknolojik gelişmeye bu iki farklı duygu durumunu bu şiddette aynı anda hissettirmek daha önce nasip olmadı. Bu duyguların hangisi baskınsa giderek yapay zekâya bakış da o doğrultuda değerlendiriliyor.
Yapay zekâ teknolojisi, uzun zamandır süren insan-makine ilişkisini artık farklı bir boyuta taşıyor. Daha önce insanı tamamlayacak şekilde devam eden insan-makine ilişki süreci yapay zekâ ile insanın bilişsel süreçlerini de kapsamına almaya başlıyor. Son zamanlarda yapılan deneysel çalışmalar bu ilişkide insanın giderek bilişsel görevlerini makineye devrettiğini, dolayısıyla beyinsel aktivite gerektiren süreçlerde insanın bilişsel yüklerinin azaldığına işaret ediyor. Bu durum, bir taraftan insanın bilişsel kritik düşünme kapasitesi ve becerilerini zayıflatırken sürece yönelik hafızayı da olumsuz etkiliyor. Bir başka deyişle, uzun zamandır insan lehine geliştirici katkısı devam eden insan-makine ilişkisi yapay zekâ ile farklı bir faza kaymakta, bu fazda becerilerini kaybeden insan olurken makine tam tersine kendisini sürekli geliştirmektedir. Şimdiden uyarı veren bu ilişki giderek insanın makineye bağımlılığını artırıcı ve insanı insan yapan özelliklerini deforme edici bir potansiyel etkisini öne çıkartıyor. Yeni ilişki ile yapay zekâ teknolojisini kullanan çalışanlar için boşa çıkacak zamanı daha faydalı işlere aktararak ekonomik getiriyi artırma iddiası da artık tartışmaya oldukça açık bir iddiadır.
Dolayısıyla her açıdan çok dikkatli olmamız gereken ve dinamiklerini daha önce deneyimlemediğimiz bir ekosistemle karşı karşıyayız. Bu ekosistemde yapay zekâ teknolojisi üzerinden, artık toplumlar geleneksel katman/sınıf ayrımından çıkarak beceri seviyesine göre yeni bir sınıflandırmaya tabi tutulmaktadır. Bu sınıflandırmada büyük ihtimalle yüksek becerili az bir kesimle orta veya düşük becerili büyük kitleler ortaya çıkacak ve yeni toplumsal huzursuzluklar başlayacaktır. Ülkemizde bu tip olası savrulmalara karşı şimdiden önlem almalı ve daha sağlıklı bir ekosistem oluşturabilmeliyiz. Elbette bunun ilk adımı toplumun tüm ilgili kesimlerinin mümkün olduğu kadar yapay zekâ okuryazarlığının artırılmasından geçiyor. Dolayısıyla bu bağlamda en önemli katkıyı yine eğitim sistemimiz verebilecektir. Bu katkıyı verebilmesi için özellikle eğitim sistemimizdeki tüm öğretmen ve akademisyenlerimizin bir an evvel yapay zekânın sunduğu fırsatlar ve getirdiği riskler ve zorluklara karşı farkındalık düzeylerinin artırılması gerekiyor. Öğretmen ve akademisyenlerimizin öğrencilerinden bu bağlamda çok daha ileri düzeyde olmaları gerekiyor ki süreci başarılı bir şekilde yönetebilsinler. Yani, beklenen faydaları artırırken olası riskleri azaltabilsinler.
Yapay zekâdaki üssel gelişme dikkate alındığında bu eğitimlerin sürekliliği oldukça kritik öneme sahiptir. Aslında bu eğitimler tüm çalışanlarımız için yaşam boyu öğrenme kapsamında giderek bir zorunluluğa dönüşüyor. Eğitim sistemleri yapay zekâdaki hızlı gelişmeleri takip etmede artık zorlandığı için bu kapsamda becerileri güncelleme ve yeni beceriler kazanma yaşam boyu öğrenme kapsamına giriyor. Ancak, bu kapsamdaki eğitimlerin artık bir seçenek olmaktan çıkıp zorunluluğa evrildiği çok açık. Çünkü mesleklerde dayanıklılığı artırmanın ve yapay zekâ teknolojisinin istihdama yönelik olumsuz etkilerden korunmanın yolu bu eğitimlerden geçiyor. Aksi takdirde, çoğu çalışan ya iş pozisyonunu kaybedecek ya da daha düşük becerili, dolayısıyla daha düşük ücretli işlerde istihdam arayışına girmek zorunda kalacaktır.
Bu nedenle yapay zekâ farkındalığının artırılması artık toplumlar için hayati bir ihtiyaç. Bu farkındalık hem fırsatları görmek hem de karşılaşılacak riskleri önceden bilmek ve iş işten geçmeden önlem alabilmek için oldukça kritik. Gelişmiş ülkelerde bu bağlamda oldukça kapsamlı adımlar atılır ve haber programlarında dahi her gün en az bir-iki haberle konu canlı tutulurken ülkemizde maalesef yeterince üzerinde durulmuyor. Son TÜİK istatistikleri de aslında ülkemizdeki durumu gözler önüne seriyor. Ülkemizde girişimlerdeki yapay zekâ teknoloji kullanım oranı 2025 yılında %7,5'e yükselmiş olmasına rağmen son derece düşük seviyede. Diğer taraftan, 2025 yılında bu araçları kullandığını beyan edenlerin oranı %19,2 olarak tespit edilirken bu kullanım 16-24 yaş grubu gibi düşük yaşlarda yoğunlaşmakta (%39,4), yaş arttıkça kullanım oranı düşmektedir. Bir başka deyişle yapay zekâ teknolojisi ağırlıklı olarak ortaöğretim ve yükseköğretim öğrencileri tarafından kullanılmaktadır. Bu veriler, dolaylı olarak bu kademedeki öğrencilerin öğretmenleri ve akademisyenler tarafından aynı yoğunlukta kullanılmadığı gibi asimetrik bir yapay zekâ okuryazarlığına da işaret etmektedir.

18