Hakka, Hukuka, Kanunlara Dair

Tanrısal bir yasanın içine doğuyoruz. En dramatik istisnasının bile geneli rencide etmeyeceği, akışı kesintiye uğratsa bile, bozmayacağı mükemmel ve muhteşem bir döngüye sahip bu sistem zahiri ve batıni tarafıyla evreni de onun özeti olan insanı da oluşturmanın, yaşatmanın yegâne garantörü İçeriden ve dışarıdan kuşatılmış olarak bu yasalarla yaşıyor, bu yasalarla güçleniyor, bu yasalarla soluyor, bu yasalarla ölüyoruz. Ölüm sonramız bile bu yasalara tabi. Tanrısal yasalar, yok oluş sonrasındaki değişim ve dönüşümleri de kapsadığı için sap toprağa, toprak çimene, çimen çiçeğe dönüşür ve bu döngü bıkmadan usanmadan kendini yeniler. Ölüm olmasa doğum da olmayacaktı. Ölüm sonrası olmasa öncesinden de bahsedemeyecektik ve bu böylece sürüp gider Hukuk o kadar önemlidir ki doğum ve ölüm kadar doğum öncesi ile ölüm sonrasının da yasaları var. Varlık ile yasa, ontoloji ile praksis etle tırnak gibidir: Biri olmadan öteki ayakta kalamaz. Biri olmadan ötekinin ışıldama şansı yoktur. Geriden, en tepeden bakıldığında kaosun dahi bir düzeni vardır. Birbirinden mutlak kopuk gibi görünen her bir parçanın durduğu yer, hareket biçimi, diğeriyle kurduğu geçişsizlik ilişkisi bile son aşamada rölatif kanunlara tabidir. Bununla, -Tanrısal veya beşeri- aklın olduğu her yerde bir yasa vardır'ın bir adım ötesine geçiyorum: Yasaları, varoluşu içeriden ve dışarıdan sarmalayan bir kabuk-öz ilişkisi olarak tahayyül edip akıl dışının bile yasalara tabi olduğunu söylüyorum. Sonuçta fuzzy de bir bilim, deliliğin de bir grameri vardır değil mi

Şimdi artık bu üç kavramı; hak, hukuk ve kanunları konuşabiliriz. Önce Hakk gelir, sonra hak, sonra hukuk, ardından kanunlar Hakk'ın, yaratıcı iradenin olmadığı bir düzlemi, hiçliği, mutlak boşluğu zaten tek başına konuşmak mümkün değil. Evren varsa, Tanrı da vardır. Eser varsa, müessir de vardır. Bu sebeptendir ki Hakk diğerlerine önceliklidir ve onun yeryüzüne dokunan tarafı olan "hak" da sistemin mutlak mayası olmalıdır. Bu yönüyle cansızlardan başlayarak insanlara kadar gerek gayrı iradi şekilde gerekse en yüksek perdeden iradenin coşkun haliyle "hak talebi" birincil içgüdüdür. Tanrı bizi bu dünyaya hak gözetmemiz için gönderiyor. O'nun insana biricik emaneti: Kendi haklarını çiğnetmemek ve başkalarının hakkını çiğnememektir. Aslına bakılırsa bunun dışında ve ötesindeki her şey beyhudedir. Hakkını talep etmemek de başkalarının hakkına tecavüz de insana ihanet demektir. Hak gaspına rıza göstermek bozulmayı, çözülmeyi, çürümeyi, yok olmayı göze almak anlamına gelir. Hakkın yanında olmak, hakkını savunmak, (bir şeye) hakkını teslim etmek bütün canlılar için birincil yasal tutumdur. Denebilir ki bu hak talebi, her varoluş kategorisinin birincil içgüdüsü, ilk ve son talebidir. Taş da yosun da at da insan, filozof ve peygamber de başlangıç ve son çizgi olarak "hak" talebinde bulunur, bunun için mücadele eder, bu uğurda fatura ödemeyi göze alır.

Sonra hukuk gelir. Hukuk, nesnelerden başlayarak sanatçılara, peygamberlere, Nietzsche'nin tabiriyle üstinsanlara ulaşan her türden genişlemenin, türevleşmenin, zenginleşmenin mutlak garantörüdür. Hakk, nasıl varolmanın ön zeminini sunar, hak talebi nasıl o zeminin bütününü sarıp sarmalarsa hukuk da ortaya çıktığı andan itibaren onu korumayı taahhüt eder. Hukukun olmadığı bir tahayyül, kaosu bile geride bırakan bir sefalet görüntüsü sunar. Hukuk, böylece taşın hakkını topraktan, toprağın hakkını kökten, kökün hakkını bitkiden, bitkinin hakkını meyveden, meyvenin hakkını çekirdekten, çekirdeğin hakkını böcekten, böceğin hakkını insandan, insanın hakkını insandan devşirmenin; türlerin, cinslerin konumlanmalarının mutlak sabitesidir. Hukuk yoksa bağlam yoktur. Hukuk yoksa hiyerarşi yoktur. Hukuk yoksa akışkanlık, geçişkenlik yoktur. Hukuk yoksa kimlik, kişilik yoktur. Hukuk yoksa insan ve insanlık yoktur. Hukuku çiğnemek varoluşun üzerine basmaktır. Cansız maddeler dahil Tanrı'nın var ettiği bütün görünümler hukukla birbirine bağlanmıştır çünkü. Hukuku çekip aldığınızda evrenden de dünyadan da insandan da geriye çerçöpten başka bir şey kalmaz. Bir başka ifadeyle hukuk geri çekildiğinde yaşamın bütün formları kurur. Varlık hukukun üstünlüğü, kıyamet ise hukuk yokluğudur. Tanrı'yı insana ve öteki yarattıklarına; insanı Tanrı'ya ve evrene bağlayan sevgi ipi hukukla tahkim edilmiştir. Bir insanın, ötekiyle bağını anlatırken "aramızda sağlam bir hukuk var" derken kastettiği şey iki duygudur: Sevgi ve saygı Sevgi içeriden dışarıya hareket eden hukuk, saygı ise dışarıdan içeriye yönelen hukuktur. Böylece biriyle aranızdaki hukukun iyi olmuşluğu karşılıklı sevgi ve saygı gözetimi eşliğinde her iki tarafın da varlığını garanti etmesidir. Sevgi çekildiğinde salt saygı kalır ve hukuk yerini kanunlara bırakır. Artık burada iç dünyaların birbirini gördüğü aynaların sır'ı dökülmüş, dış dünyaların mesafeli ilişkisi kalmıştır. Ruhunu yitirmiş bedenlerin birbirinin sınırlarına girmeme, gövdeyi et halitasına dönüştürmeme ahdidir kanunlar.