Toplum bize ne yapar Gözeneklerimizi mi açar, nefesimizi mi keser Eksikliğimizi mi giderir, bütünlüğümüzü mü bozar İçine girdiğimiz andan itibaren bize yüzmeyi mi öğretir, yoksa o devasa, korkunç dalgalarıyla bizi boğar mı Üzerimizdeki ağırlığı mı alır yoksa üstümüze devasa yükler mi bindirir Bu sorulara verilen cevaplardan biri, sıra dışı yapımıyla Dogville adlı filmde verilmiştir: Teknik tarafı bir tarafa bırakılır, içerik çözümlemesi yapılırsa toplum bireyin cehennemidir der film, kötü toplum o cehennemde bireyin ruhunu da bedenini de yakar, kurutur. Filmin ana tezi, toplumun, özellikle çivisi çıkmış toplumun tıpkı büyük denizler gibi iki katmanı olduğu; bunlardan birinin derinlerde yatan karanlık, kötücül, yozlaştırıcı, tahrip edici; diğeri yüzeyde gezinen güven verici, tazelik aşılayıcı, sözüm ona sempatik tarafıdır. İçine karışmadan önce kalabalık denizine kıyıdan bakar, büyülenirsiniz. Mavisi sizi çeker, dalgaların kıyıya bıraktığı köpüklerin beyazı da… Ta ki siz içine girene, onun gerçek yüzünü görene kadar… O zaman şöyle dersiniz: Bazı toplumlar da bazı denizler gibi sadece seyredilmeyi hak ediyor…
Ama bazılarımız, filmin başkarakteri Grace gibi zorunluluktan dalarız bu denizin içine. Kendimizi ansızın orada, onun dalgaları arasında mücadele ederken buluruz. Bir de bakarız ki içindeyiz, bir de bakarız ki etrafımızı dalgalar çevirmiş, alavereler, dalavereler, küçük oyunlar, küçük keyifler, küçük hayal kırıklıkları, küçük ihanetler… Hatta belki bir vakit onun varlığını bile unutur insan. Ta ki büyük bir fırtına çıkana, üzerine uzandığınız sular sizi altına almaya, boğmaya çalışana kadar. İşte o vakit, tam da o sekansta, ayağınızın daha ilk sürçmesinde, ilk tökezlemede, ilk hatada dalgalar kabarır, suratını asar, yüzünü ekşitir ve ruhunuza kırbaç gibi inmeye başlar; dalgaların düşman göründüğü o zaman aralığında, yaralı bir organın kendisini ağrıyla dışa vurmasında olduğu gibi onun gerçek, kaba saba, zalim darbelerine tanık olur, çoğunlukla da yüzünüz gözünüz yara bere içinde ondan kurtulmanın yollarını ararsınız. Bunun sağlamasını yapmanın en kolay yolu, çocuğunu topluma emaneti arifesinde annenin söylediğidir: "Hiç kimseye güvenme evlat, herkesi kendin gibi zannetme…" Bireysel önyargı toplumun kötülüğü yönündedir ve Dogville bize bunu söyler.
Filmin bir diğer özelliği de görünüşte kendine yeten, her ocakta huzur dumanlarının yükseldiği, insanların belli nezaket kurallarına göre yaşadığı bir kasabanın yüzeydeki bu görünümünün altında sayısız karanlık içgüdünün yattığıdır. Tıpkı durgun havalarda olağanüstü manzara arz ederken fırtına çıkar çıkmaz okyanusun derinliklerindeki çerçöpün yüzeye çıkması, kıyıları kirletmesi gibi… O karanlık taraf, orada, derinin altında sabırla bekler, avının en zayıf, en çaresiz anında dışarı çıkar ve beklemenin bütün hıncını avından çıkarır. Filmin kadın başkarakteri Grace, mafya lideri olan babasıyla büyük bir tartışmanın ardından Dogville kasabasına gelmiş, bir anlamda oraya sığınmıştır. Tom, bu güzel, sempatik, hoş, hayat dolu ama hüzünlü kadını şefkatle karşılar, kasabalıları ondan zarar gelmeyeceği konusunda ikna etmeye gayret gösterir. Belli sınamalardan sonra ve işlerine yardım etmeleri koşuluyla Grace'i aralarına almaya karar verirler. Birey ile toplumun yan yana gelişin hemen ardından nasıl da karşı karşıya konumlandığını, toplumun ne yapıp edip bireyin hakkından nasıl geldiğinin hikayesini bundan sonra görürüz. Çünkü yaşlısından gencine, kadınından çocuğuna hiçbir ayrım olmaksızın toplumu oluşturan hemen her katmandan insan peyderpey kendi çıkarları doğrultusunda Grace'ten yararlanmaya, ondan menfaat elde etmeye çalışır. Süreç öyle bir noktaya gelir ki artık Grace'in fiziksel gücünü kullanmakla yetinmeyen kasaba ahalasi erkekleri sapkınlık düzeyinde cinsel istismarda bulunmaya, kadınlar olabilecek en kaba dedikodular üzerinden onun maneviyatına saldırmaya başlarlar. Çocuklar bile kendi şımarıklıklarının meşrulaşacağı mecralarda ondan "yararlanmanın" yolunu arar, bulurlar. Yönetmenin kasaba ahalisi üzerinden kötü toplum teorisine yönelik yaklaşımı bir anlamda yedi günahın yedisinin de bireyden önce toplum tarafından işlendiği fikridir. Filmin sonlarına doğru baştan beri hep onun menfaatine davrandığını düşündüğümüz Tom bile daha en başından, bilinçaltı düzeyde ondan menfaatlenmeyi umuyormuş.