Meyve veren ağaç taşlanır!

Tarih boyunca İmam Ebu Hanife hazretlerinden İmam Rabbânî'ye, İmam Gazâlî'den Mevlânâ Hâlid'e büyük âlimlere çeşitli iftiralar atıldı. Ancak onların şanlı namı hâlâ yaşarken müfterilerin habis isimleri unutuldu.

Zamanında cahil ve ahmaklar, hasetleri kalplerini kör ve vicdanlarını yok etmiş olacak ki, İmam Ebu Hanife hazretlerineiftiralar attılar. Kendilerinde bulunmayan şeylerin başka salih kimselerde bulunmasını istemediler.

Hadis bilgisinin zayıf olduğunu, hadis dururken kıyasa gittiğini, aklı, naklin önüne aldığını söylediler. Hatta halkın kendisinden uzaklaşmasını temin için "sapık" ve hükûmete karşı müşkül vaziyete düşürmek için "hain" dediler.

İmam Muhammed Bâkır hazretleri, yüksek meziyetli olduğu için, bu sözlere hemen inanmadı. Nitekim âyet-i kerimede mealen,"Size bir fasık haber getirdiği zaman itibar etmeyin"buyuruldu. Bizzat kendisiyle görüştü. Söylenenlerin iftira olduğunu anladı, "Ceddimin dinini bozanlar çoğaldığı zaman, sen onu canlandıracaksın. Korkanların kurtarıcısı, şaşıranların sığınağı olacaksın! Sapıkları doğru yola çevireceksin! Allah yardımcın olacak!" dedi.

Harem'de seccadeyle namaz kılmasına itiraz eden ukala bir Harzemli'ye, "Bizden öğrenirsiniz, sonra bize öğretirsiniz" demişti. Ona haset edenlerin, cahil, sapık ve hain diyenlerin habis isimleri unutuldu; ama İmam Ebu Hanife'nin şanlı namı, asırlardır yaşamaktadır.

Aleyhinde konuşan birine bir kese altın gönderip, "Bize verdiği sevapları arttırırsa, biz de karşılığını arttırırız" demişti. "Cehaleti sebebiyle aleyhimde konuşanları affederim. Ama biraz hasedinden yalan ve iftira atanların hâli zordur. Hem kendilerine hem başkalarına zarar vermişlerdir" derdi.

Rivayet olunur ki, Şeyh-i Ekber'i rüyada yüksek derecede görmüşler. "Aleyhimde konuşanlar sayesinde, Allah bana o kadar sevap verdi ki, hak ettiğimin üzerinde yüksek bir mertebeye kavuştum" demiş.

Sultan Fatih huzurunda bir ilmî münazara

En çok düşman kimin

Cüveynî, Kuşeyrî, Şirazî gibi âlimler, Vehhabilerin o zamanki mümessilleri olan mutaassıpların şerrinden Bağdad'da kalamayıp Hicaz'a hicret ettiler. Bu kişiler, din cahili ve akıl noksanı idi. Böyleleri kolayca taassuba kapılır. Haricîler gibidirler. Müminleri hemen bid'ata, hatta şirke nispet ederler.

İslam âlimlerinin en büyüklerinden İmam Gazalîhazretleri hep hakikati söylediği için felsefecilerden Şiilere, Vehhabilerden modernistlere kadar çokları kendisine düşmandır. Buna şaşılmaz. Allahü tealaya ve peygamberlerine yapılan iftira, kimseye yapılmamıştır.

Peygamberler insanlara iyiyi ve güzeli anlatıp, ebedî saadet yolunu gösterdikleri hâlde, hasetçiler kabul etmeyip düşman oldular. Dünyada en çok düşmanı olan, bütün mahlukatı yaratan ve onların rızkını veren Cenab-ı Hak'tır.

Ayak takımının ehil zatlara husumetini Şeyhülislam Ahmed ibni Kemal Paşa güzel hülasa etmiştir:

Muârız-ı ehl olur her nâehil
Her Ahmed'e bulunur bir Ebu Cehil!

Âlimler peygamberlerin vârisi ve Allah'ın ahlakıyla ahlaklanmış olduğundan, onların da hasetçisi ve düşmanı çoktur. Hizmet edene haset eden çok olur. Meyveli ağaç taşlanır. İlim ehlini çekemezler. "Erbâb-ı kemâlî çekemez nâkıs olanlar Rencîde olur dîde-i huffâş ziyâdan!" (Ziya Paşa) (Ayak takımı çekemez kemal sahiplerini Yarasanın ışıktan kamaşır gözleri)

Âlimin eti

İkinci bin yılın müceddidi İmam-ı Rabbânî hazretlerine daha yaşarken akıl almaz iftiralar atılmıştır. Tasavvuftaki hallerini anlamayanlar, sapık, hatta kâfir demişlerdir.

Iraklı Seyyid Muhammed Berzencî, çok bilgili olduğu hâlde, tasavvuftan nasibi bulunmadığı için, İmam-ı Rabbani hazretlerinin büyüklüğünü bilemedi. Mektubat'ın yalan yanlış bir Arapça tercümesini okudu. Onun yüksek manalar taşıyan sözlerini anlayamadı. Şöhret ve itibarını kıskandı.

Oturdu, anlamadan, sormadan, "Serhend Cahillerine Reddiye" risalesini yazdı. Bununla kalmadı. İmam-ı Rabbânî'nin torunlarından Ferruh Şah hacca gittiğinde, onu mahcup etmek için yanına giderken denizde boğuldu.

Hadis-i şerifte,"Âlimlerin etleri zehirlidir"buyuruldu. Onlara iftira edenlerin dünya ve ahireti yıkılır. Nitekim iftira büyük günahtır, bunu helal sayan ve duyup da beğenenin imanı gider. Şah-ı Nakşibend hazretleri der ki: "Mürşidin kılıcı kınından çıkmıştır. Daha eline almadan, belasını arayanlar onunla vurulmak için sıraya girmiştir."

İmam-ı Rabbânî, Molla Kâsım Bedahşî'ye yazdığı ve Allah adamlarına dil uzatmanın felaket olduğunu bildirdiği 118. mektubunda der ki:

"Câsiye suresi 15. ayetinde mealen,'İyi iş yapan, kendine iyilik etmiş olur. Kötülük yapan da kendine etmiş olur'buyuruldu. Hâce Abdullah Ensârî, 'Ya Rabbi! Her kimi kovmak istersen, bizim üzerimize saldırtırsın!' buyurdu."

Kendini bilmezler tarih boyunca böylelerine saldırmışsa, onların yolundaki ilim erbabına neler yapmazlar! Şair der ki:

Taşlarlar meyveli ağacı

Ağaç hiç aldırmaz bu hâle

Devam eder meyve vermeye

Taşları sayar başkaları

Ne kendi etti rahat...

Mevlânâ Hâlid hazretlerinin şöhret kazanması ve etrafında taliplerin toplanması hasetçileri rahatsız etti. Sözlerinden ve yazdıklarından cımbızla çekerek bid'ata, hatta şirke nispet ettiler. Zamanın ileri gelen devlet ricalinden Halet Efendi kendisini çekemeyerek, Sultan II. Mahmud'a "On binlerle adamı vardır. Memleket için tehlikelidir. İcabına bakılmalıdır" telkininde bulundu. Padişah, "Din adamlarından zarar gelmez!" diyerek sözüne aldırmadı.

Mevlânâ Hâlid bunu işitince, halifeye dua eyledi ve "Halet Efendinin işi, piri Celâleddin Rûmî'ye havale olundu" buyurdu. Az zaman sonra Sultan Mahmud, Mora isyanı vesilesiyle onu Konya'ya sürdü. Orada idam olundu."Ne kendi etti rahat, ne aleme verdi huzur Yıkılıp gitti cihandan dayansın ehli kubur"beyiti onun için söylenmiştir.

Hadis-i şerifte,"Ateş odunu yok ettiği gibi, hased de iyilikleri yok eder!"buyuruldu. Hasetçi, haset ettiğini çekiştirir (gıybetini yapar). Onun malına, canına saldırır. Böylece sevapları ona gider, onun günahlarını ise yüklenir. Haset edilen tertemiz olur. Haset ettiğindeki maddî ve manevî nimetleri gördükçe dünyası azap içinde geçer. Uykuları kaçar."el-Hasûd lâ yes'ûd"(Hasetçi asla mesut olmaz) sözü meşhurdur.

Bari müselman olsa!

Tefsir-i Kebir'de der ki:"Hased on kısımdır, dokuzu din adamlarında bulunur." Abdülhakîm Arvasi hazretleri, İstanbul'a gelip, Medresetü'l-Mütehassisin'e müderris tayin edildikten sonra, gördüğü hürmet ve itibarı çekemeyen bazı hocalar, kendisine"Kürt Hoca"namını taktılar. Seyyid olduğu hâlde, İstanbul camilerinde Hazret-i Muaviye'yi müdafaa etti, ona yapılan iftiraları çürüttü. Bu sebeple"Muaviye'nin Avukatı"dediler.