Kentsel dönüşüm ve dönüşemeyenlerin paradoksu

Hiç kimse yaşadığımız son deprem felaketini hafife almamalı, görmezden gelmemelidir. Gerek nüfusumuzun ve gerekse ülke coğrafyamızın altıda birini (11 ilimizi ve çok sayıda ilçemizi) doğrudan etkileyen büyük bir felaketle, genel kabul gören tabiriyle "asrın felaketi" ile karşı karşıyayız. Bana kalırsa, asırların felaketi de dense yeridir. Depremle yatıp depremle kalkma zorunluluğumuz olduğu aşikardır. Tedbir ve teşekküllerimizi depreme nispetle yapmamız zaruridir. Deprem kuşağında olan ülkemizde beklenen depremlere hazırlık kapsamında herkes üzerine düşeni yapmak durumundadır. Bu bağlamda yerel yönetimlerin yapması gereken en önemli hazırlık ise yıpranmış, eski ve dayanıksız binaları güçlendirme yetiyorsa güçlendirme yoluyla, yetmiyorsa yeniden inşa yoluyla yerlerine sağlam, depreme dayanıklı bir oluşuma gitmek olacaktır. Yani can ve mal güvenliğini teminat altına alan yeni binalar yapmaktır. Yani "Kentsel Dönüşüm"yapmaktır. Kentsel dönüşüm, bir ülkedeki şehirler ve köylerde güçlendirme yoluyla ya da mevcut haliyle depreme dayanıklı olmadığı tespit edilen yapıların yenilenmesi ve deprem yönetmeliğine uygun hale getirilmesi sürecidir. Kentsel dönüşüm tercih değil zorunluluk olup hayati bir öneme haiz olduğu kadar memleket ve insanlık meselesidir de aynı zamanda. Bu haftaki köşemi tam da bu noktada garip, bir o kadar da trajik bir mevzuya ayırmak istedim sevgili okurlarım. İnsanlarımızın can ve mal güvenliğini temin maksadıyla yapılacak olan değişimler, maalesef birçok kesim tarafından adeta işbirliği yapılırcasına baltalanmaktadır. Siyasilerin bir kısmı oy yönlerini değiştirebilmek için çarşı-pazar dolaşarak kentsel dönüşümün ne kadar kötü bir şey olduğunu anlatmaya çalıştılar. Evet evet inanılır gibi değil ama bunu da yaptılar sevgili okurlarım. Mühendisler, mimarlar, yapı denetimcileri, inşaatı yapan işçiler, ustalar, müteahhitler çeşitli sebeplerden dolayı, bilhassa bazıları cahillikleri, vurdumduymazlıkları, bazıları ise açgözlülükleri sebebiyle konuya tuz biber oldular. Teknik sıfatlı ilgili kadroların bağlı bulundukları odalar da mesleki olmaktan ziyade siyasi kaygılar içerisinde hareket ettiğinden dolayı bu olumsuz tabloda kendilerine yer aradılar ve buldular adeta. Diyebilirim ki, bir şehirde mimarlar ve de mühendislerin bağlı oldukları oda binalarının sapasağlam ayakta olduğunu, ancak şehrin geri kalanının yarısının enkaza döndüğünü gördüğümde asıl yıkımı yaşadım. Keşke kendi binalarına verdikleri ehemmiyeti halkın binaları için de gösterselerdi diye düşünmekten geri duramadım. Elbette ki bu olayın bir de göz ardı edilen yargı boyutu var. Ülkemizde yargı her şeyi ve her konuyu çok iyi bilir bir konumda görünmektedir. Doktordan fazla doktorluk, mühendisten çok mühendislik, mimardan çok mimarlık, eğitimciden çok eğitimcilik... bilir yargı. Kentsel dönüşüm konusunda da bu bilgisini maharetli bir şekilde kullanmıştır zaten. Hemen yeri gelmişken belirteyim ki bazı dosyalar yıllarca beklerken bazı dosyaların üç gün içinde karara bağlandığına da şahidiz. Böyle bir yargı sisteminin deprem sonrası enkazlara bakarak öz eleştiri yapma zamanının geldiğini ve hatta çoktan geçmekte olduğunu ifade etmekte herhangi bir beis görmüyorum. Geçtiğimiz zaman dilimi içerisinde Adalet Bakanımız Sn. Bekir Bozdağ, kentsel dönüşümle alakalı önemli ve çarpıcı bir açıklama yaparak "2015-2023 arasında 7 bin 91 kentsel dönüşüm davası açıldığını ve bu davaların milletimiz ve devletimizin büyük bedeller ödemesine neden olduğunu" söyledi. Trajikomik bir örnek de paylaşılıyor bu konuda. '6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun' kapsamında Ocak 2013'te Bakanlar Kurulu kararıyla 'riskli alan' ilan edilen "Sarıyer'in Derbent (Çamlıtepe) mahallesi ile alakalı alanın, zemin yapısı ve yapılaşma nedeniyle can ve mal kaybına yol açma riski taşıdığını kanıtlayacak yeterli bilgi ve belge bulunmadığı, bu alanda daha önce afet meydana geldiğinin de ortaya konulamadığı' görüşüyle Danıştay yürütmeyi durduruyor. Bu tabloyu nasıl okumamız gerekiyor aklım almıyor doğrusu. Bilim dünyası büyük İstanbul depremine fokuslanmış halde feryat ederken, yargının bu ve benzer şekilde konuya yorum getirmesinin altında yatan ne olabilir Aynı şekilde Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı'nın, 2013'te Hatay'ın İskenderun ilçesindeki bazı yerleşim