İslam coğrafyasında devletler bir kez daha imtihan veriyor. İsrail'in işlediği cinayetlerin, çocuk katliamlarının, şehirleri yeryüzünden silen vahşetinin ortasında yükselen sesler; zalimden hesap sormak yerine, mazlumdan silah bırakmasını istemeye yöneliyor.
Bu ne büyük bir çelişki, ne derin bir gaflet!
Hamas'tan silahsızlanmasını talep etmek, Filistin'i savunmasız ve çaresiz bir şekilde Siyonistlere teslim etmektir. Bu, sadece bir diplomatik hata değil; alenen katilin safında yer almaktır. Çünkü Filistin halkı, işgalciye karşı direndiği için değil, teslim olmayı reddettiği için varlığını koruyabiliyor.
Unutulmasın ki, Kudüs'ün gölgesinde özgürlük için direnen mücahitler, İsrail'e ağır kayıplar verdirdiler. Onların silahını bırakması demek, Gazze'nin, Kudüs'ün ve tüm Filistin'in boynuna zincir vurulması demektir. İşte bu yüzden "silahsızlanma" çağrısı, işgalin meşrulaştırılmasıdır.
Allah Teâlâ Kur'an'da buyuruyor:
"Size savaş açanlarla Allah yolunda siz de savaşın; fakat haddi aşmayın. Çünkü Allah, haddi aşanları sevmez." (Bakara, 190)
Bu ayet, mazlumların kendilerini savunma hakkını ve cihadın meşruiyetini ortaya koymaktadır. Filistinli direnişçiler, işgale karşı koyarak bu ilahi emri yerine getirmektedirler.
Yine başka bir ayette şöyle buyruluyor:
"Zulmedenlere meyletmeyin; yoksa size ateş dokunur." (Hud, 113)
Ne acıdır ki bugün birçok İslam ülkesinin lideri, zalime karşı tavır almak yerine ona meyletmekte, hatta mazlumdan "teslimiyet" istemektedir. Bu ise ateşe yaklaşmak demektir.
Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Ümmetim arasında daima hak üzere olan bir topluluk bulunacaktır. Onlara karşı çıkanlar onlara zarar veremeyecek. Allah'ın emri gelinceye kadar onlar bu halde devam edeceklerdir." (Buhârî, Müslim)
Gazze'deki direniş, işte bu hadisin canlı bir tefsiridir. Onlar yalnız bırakılmış olsalar da, hak üzere dimdik durmaktadırlar.