Platon'un "Siyaset ile uğraşmayacak kadar akıllı olanlar, daha aptallar tarafından yönetilerek cezalandırılırlar" sözü, bugün bazı İslami camiaların içine düştüğü tuhaf ve tehlikeli tavrı adeta çıplak bir gerçek gibi yüzümüze vuruyor. Çünkü kimi yapılar, kendilerine yakıştırdıkları "temizlik" kisvesiyle siyasetten el etek çekmeyi fazilet zannediyor. Oysa hakikatin aynası bambaşka bir görüntüyü yansıtıyor:
Siyasetten kaçanlar, aslında kirli olanı değil; kirli ellerin hükümranlığını güçlendiriyor.
Temiz kalmak mı, sorumluluktan kaçmak mı
Bazı çevreler yıllardır aynı cümleyi sakız gibi çiğniyor:
"Müslüman siyasete bulaşmaz."
Peki sonra ne oluyor Müslüman çekiliyor, meydan boş kalıyor; boş kalan yere de Allah'tan korkmayan, adaletten anlamayan, makamı ganimet sananlar yerleşiyor.
Eğitim politikalarını kim belirliyor
Aileyi hedef alan küresel projelere kim kapı aralıyor
Ekonomiyi, hukuku, gençliği, sokakları kim şekillendiriyor
Siyasetten çekilenler değil.
Orayı boş bırakanların açtığı kapıdan girenler.
Bugün şikâyet ettiğiniz düzen, dün terk ettiğiniz alanda kuruldu
Bugün yüksek sesle şöyle diyoruz:
Ahlak çöktü…
Gençlik savruldu…
Adalet yok…
Ekonomi insana değil, rakamlara hizmet ediyor…
Küresel zulüm dört bir yanı sardı…
Peki bu düzeni kim kurdu
Siyasetten uzak durarak kendini "kirlenmekten koruduğunu" sananlar mı,
yoksa o alanı büyük bir iştahla dolduran zalimler mi
Cevap belli:
İyiler çekilince kötüler hüküm sürer.
Siyaset boşluk kabul etmez
İslam âlimleri yüzyıllardır yönetimi bir emanet olarak tanımlar. Emaneti ehline vermek bir farzdır;
ama emaneti tamamen terk etmek,
onu ehliyetsizlere peşkeş çekmek değil midir
Gazze'deki zulmü konuşuyoruz.
Birleşmiş Milletler'in acziyetini, uluslararası düzenin çifte standardını, masum kanının hiçbir değeri olmadığını konuşuyoruz.

4