Müslüman toplumların yaşadığı din anlayışı ile Kur'an'ın sunduğu hakiki İslam arasındaki farklılık, bugün açıkça görülmektedir. Kur'an'ın merkezine aldığı tevhid, adalet, merhamet ve kardeşlik ilkeleri; çoğu zaman şekilcilik, çıkarcılık ve pasif bir dindarlık anlayışı ile gölgelenmektedir.
Kur'an, defalarca insana düşünmeyi ve sorgulamayı emreder:
"Onlar hâlâ Kur'an üzerinde gereği gibi düşünmüyorlar mı" (Nisâ 4/82).
Oysa toplumun çoğu, Kur'an'ı anlamaktan çok sadece okumaya ve kültürel bir ritüele indirgemiştir. Mushaf, hayatın rehberi olmaktan çıkarılmış, duvara asılan bir süs eşyasına dönüştürülmüştür.
İslam'ın özünde adalet vardır. Allah şöyle buyurur:
"Şüphesiz Allah, adaleti, ihsanı ve yakınlara yardım etmeyi emreder; hayasızlığı, fenalığı ve azgınlığı yasaklar." (Nahl 16/90).
Bugün ise Müslüman toplumlarda adalet yerini rüşvete, liyakat yerini adam kayırmaya, merhamet ise bencilliğe bırakmıştır. Kılınan namaz, tutulan oruç, gidilen hac; adalet ve ahlakla desteklenmediği sürece bir anlam ifade etmez. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.) "Nice oruç tutan vardır ki, orucundan kendisine sadece açlık kalır; nice gece namazı kılan vardır ki, namazından kendisine sadece uykusuzluk kalır." (İbn Mâce, Sıyâm, 21) buyurarak bu tehlikeye işaret etmiştir.
Bugün Gazze meselesi bu çelişkinin en çarpıcı örneğidir. Kur'an, "Müminler ancak kardeştir" (Hucurât 49/10) derken; ümmetin büyük kısmı kardeşlerini yalnız bırakmaktadır. Kur'an, "Zulme meyletmeyin, yoksa ateş size de dokunur" (Hûd 11/113) diye uyarırken; bazı Müslüman ülkeler zalimlerle aynı masaya oturmakta, çıkar ilişkileri uğruna kardeşlerini gözden çıkarmaktadır. Bu tablo, Kur'an'ın İslam'ı ile toplumların yaşadığı İslam arasındaki uçurumu gözler önüne sermektedir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ümmeti için şöyle buyurmuştur:
"Müslüman, Müslüman'ın kardeşidir; ona zulmetmez, onu düşmana teslim etmez." (Buhârî, Mezâlim, 3).