Kur'an-ı Kerim, Rabbimizin insanlığa son hitabı…
Bir rehber, bir nur, bir şifa… Ama asırlar öncesinde Resulullah'ın dilinden dökülen şu hüzünlü şikâyet bugün hâlâ yankılanıyor:
"Rabbim! Kavmim bu Kur'an'a büsbütün ilgisiz kaldılar." (Furkan, 30)
Ne acıdır ki, bu şikâyet yalnızca Mekke müşriklerine değil, bugün kendisini "Müslüman" diye tanımlayan bizlere de yönelmiş gibidir. Çünkü biz Kur'an'ı evimizin en yüksek rafına kaldırdık, tozlu sayfalarına sadece ölülerimizin ardından "hatim duası" okumak için dokunur olduk. Kur'an'ı bir hayat kitabı olmaktan çıkardık, bir süs eşyasına, bir törensel ritüele hapsettik.
Bugün milyonlarca Müslüman namaz kılarken bile okuduğu ayetin manasını bilmez. Hayatın her alanında Batı'nın kanunlarına, ideolojilerine, sistemlerine kulak verir; ama kendi kitabına yabancıdır. Oysa Kur'an bize yalnızca iman etmeyi değil, adaleti tesis etmeyi, zulme karşı durmayı, merhameti yaymayı, insanca yaşamayı öğretir.
Bugün İslam coğrafyasında oluk oluk kan akarken, yetimler açlıkla inlerken, mazlumlar zalimin pençesinde kıvranırken Müslümanların çoğu hâlâ Kur'an'ın adalet ve direniş çağrısına sağırdır. Sadece sesli tilavetle yetinip, hayata yön veren ayetleri hayattan uzaklaştırmak tam bir vefasızlık değil midir
Kur'an, ahirette şahit olacak. Ve bizden yana mı şahitlik yapacak, yoksa "Rabbim! Bu kavmim beni terk etti!" diyerek bizden şikâyetçi mi olacak
Asıl mesele şudur: