Helâkın Eşiğinde Bir Dünya

Tarih, sadece geçmişin hatıraları değildir; Allah'ın insanlığa bıraktığı apaçık bir uyarıdır. Nice toplumlar vardı… Gücüne güvenip zulmü sıradanlaştıran, mazlumun feryadına sağır kesilen, haksızlığı kanıksayan… Hepsi bir gün tarihin karanlık kuyularına gömüldü. Ne ihtişamları kaldı, ne kibirle yükselttikleri kuleleri.

O toplumlara peygamberler gelmişti; delilleri apaçık, sözleri berraktı. Ama kalpleri taşlaşanlar gerçeği görmek istemediler. Hakikat gözlerinin önünde duruyordu ama gözlerini bilinçli bir körlüğe mahkûm ettiler. Ayet açıkça bildiriyor: "Günah yolunu seçen toplulukları böyle cezalandırırız." Bu bir ihtimal değil, evrenin değişmez yasasıdır.

Bugün biz, onların ardından yeryüzünün emanetçileri olarak getirildik. Aynı imtihan, aynı sorumluluk, aynı tehlike kapımızda. "Nasıl davranacağınızı görelim diye…" buyuruluyor. Yani Allah, sadece yaşayıp gitmemizi değil, tavrımızı görmek istiyor. Haksızlığa nasıl karşı durduğumuzu, zulme karşı hangi safta olduğumuzu, mazlumun çığlığına nasıl cevap verdiğimizi…

Peki biz nasıl davranıyoruz

Dünyanın birçok yerinde masum kanı dökülürken hâlâ rahatça susuyor muyuz

Adalet talebi sadece sloganlara mı sıkıştı

Mazlumun acısı bize dokunmadığı sürece, o acının varlığını yok mu sayıyoruz

Bugün yeryüzünde yeniden Firavunlar kol geziyor. Kibirleri göğe yükselmiş, zulümleri dünyanın dört yanına yayılmış. Ama asıl problem zalimlerin varlığı değil; onların karşısında susan, sineye çeken, görmezden gelen koca bir insanlık yığınıdır. Çünkü helâki getiren şey sadece zulüm değil, zulme razı olmuş bir toplumun sessizliğidir.

Mazlumun ahı bugün de göğe yükseliyor. Yeryüzü, insanlığın adaletsizliğiyle ağırlaşıyor. Her neslin kendi imtihanı vardır; bizimki ise dünyanın dört bir yanında akan gözyaşına karşı takındığımız tavırdır. Allah'ın helâk ettiği kavimlerin ortak özelliği bellidir: