Gençler Hâlimizi Okuyor, Sözümüzü Değil

Biz yıllardır gençlere Hz. Peygamber'in açlıktan karnına taş bağladığını anlatıyoruz…

Ama onlar bizim göbeğimizdeki taş değil, biriken yağları görüyor.

Onlara Efendimiz'in kerpiçten, sade bir evde yaşadığını söylüyoruz…

Ama onlar bizim bu sözlerle elde ettiğimiz imkanlarla yükselttiğimiz ihtişamlı konakları görüyor.

Onlara Nebî'nin mütevazı eşeği Ufeyr'e binip sokak sokak dolaştığını naklediyoruz…

Ama onlar bize baktıklarında yüzlerce beygirlik lüks otomobillerin direksiyonunda poz veren bir güruhu görüyor.

Sonra da kendi kendimize soruyoruz:

"Bu gençlik neden etkilenmiyor"

Cevap aslında tam yanımızda, aynada duruyor:

Çünkü gençler hâlimizi okuyor, sözümüzü değil.

Artık bilmeliyiz:

Gençler tarihin anlatıcısını değil, hakikatin taşıyıcısını görmek istiyor.

Dilimizle değil, dizimizin dermanıyla imtihan ediyorlar bizi.

Kürsüdeki söz ile hayattaki hâl arasındaki uçurumu görünce, haklı olarak sorguluyorlar:

"Bu din gerçekten böyle mi, yoksa siz böyle mi yaşıyorsunuz"

Biz ise hâlâ anlatmanın yeterli olduğunu sanıyoruz. Oysa İslam kulaktan değil, gözden girer.

Tebliğ, dudaktan çıkan cümlelerle değil, hayattan taşan örneklikle yapılır.

İnsanları dine davet eden şey, yüksek sesli konuşmalar değil; yüksek ahlâktır.

Bugün gençler, takvayı anlatıp israf içinde yaşayanları, adaleti öğütleyip torpille yol alanları, tevazudan bahsedip kibirden uzaklaşmayanları görüyor.

Sonra da ister istemez konuştuğumuz şeyin mi yoksa yaşadığımız hayatın mı "gerçek İslam" olduğuna karar veriyorlar.

O nedenle mesele gençlerde değil…