Türkiye'de eğitim sisteminde yapılan düzenlemeler, ne yazık ki toplumsal ve ekonomik gerçeklerden kopuk bir şekilde ilerliyor. Zorunlu eğitim süresinin ön iki yılı, aslında pek çok gencin hayatına yön verecek olan mesleki yeteneklerin göz ardı edilmesine sebep oluyor. Tarım, hayvancılık, çıraklık ve kalfalık gibi alanlarda çalışacak nitelikli eleman eksikliği günümüzde hâlâ ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkıyor.
Öncelikle, zorunlu eğitimin ilkokul ile sınırlı olması gerektiğini savunuyorum. Çünkü bir çocuğun yeteneği ve ilgisi, çoğu zaman evde ve çevrede yapılan gözlemlerle anlaşılabilir. Veli çocuğunda bir cevher görüyorsa zaten onu okula gönderir, aksi durumda zorla okulda tutulması hem öğrenciyi hem de sistemi yıpratıyor.
Sorun sadece bununla sınırlı değil. On iki yıl zorunlu okuyan gençler, iş yapma becerisi kazanamadıkları için üniversitede de çoğunlukla ilgisiz veya değersiz bölümlere yönelmek zorunda kalıyor. Bu durum, hem bireysel hem de toplumsal kayıplara yol açıyor. Gençler, üniversiteye adım attıklarında yetenekleriyle uyumsuz bir eğitim almak zorunda kalıyor; sonunda da KPSS ve benzeri sınavlardan yeterli puanları alamıyor, psikolojik olarak çöküyorlar.
Oysa sistem, gençlerin yeteneklerini erken dönemde fark edip geliştirebilecekleri, iş dünyasına ve üretime doğrudan katkı sağlayabilecek bir yapıya kavuşturulmalı. Meslek liseleri, çıraklık eğitimleri ve saha odaklı programlar sadece bir seçenek değil, bir zorunluluk hâline gelmeli.

64