Bir milletin onuru, sokaklarında dilenen ellerin sayısıyla değil, alnının teriyle rızkını kazanan insanların çoğuyla ölçülür. Ne yazık ki bugün şehirlerimizde, cami avlularında, kavşaklarda, market kapılarında, dilenmeyi meslek hâline getirmiş insanlar kol geziyor. Kimisi vicdan sömürüsüyle insanları duygulandırıyor, kimisi sahte mazeretlerle geçim sağlıyor. Oysa İslam, bu hali sadece ayıplamaz, aynı zamanda insanın onuruna en büyük ihaneti sayar.
Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) buyurur: "İhtiyacı olmadığı hâlde insanlardan bir şey isteyen, ateşten bir parça istemiş olur." Bu söz, aslında bir medeniyetin temel ahlâk ilkesidir. Çünkü İslam, insanın başkasına el açmasını değil, kendi el emeğiyle yaşamasını emreder. İhtiyacı yokken dilenen, sadece kendi onurunu değil, toplumun inancına olan güvenini de tüketir. Dilencilik, fakirliğin değil, tembelliğin, alışkanlığın ve kolay kazancın maskesidir.
Bugün ne yazık ki bazı insanlar için dilencilik bir stratejiye dönüşmüş durumda. Elinde telefon, dilinde dua; bir yandan insanlardan para isterken, diğer yandan kazancını helal zanneden bir anlayış... Bu, dinin ruhuna da, insanlık onuruna da terstir. Peygamberimiz (s.a.v.) "Kişi, insanlardan istemeye devam ederse, sonunda kıyamet gününde yüzünde et parçası kalmadan Allah'ın huzuruna çıkar." buyurmuştur. Bu kadar açık bir uyarıya rağmen hâlâ dilenmekte ısrar edenlerin, Allah'tan haya etmesi gerekir.
Ancak mesele yalnızca dilencilerle sınırlı değildir. Toplum olarak bizler de bu tabloya ortak oluyoruz. Gerçekten muhtaç olanla, işi dilenciliğe dökmüş olanı ayırt etmiyoruz. Vicdanımızı susturmak adına, araştırmadan veriyoruz. Oysa Peygamberimiz, "Gerçek fakir, hali bilinmediği için kendisine sadaka verilmeyen ve insanlardan istemeyen kişidir." buyurarak, asıl yardımı hak edenlerin sessiz kalanlar olduğunu bildirmiştir. Biz ise en çok bağıranları duyuyoruz, en çok susanları unutuyoruz.

 
									 
								 20
									20